ÇEVRE VE ZİHİN KİRLİĞİ
Çevre kirliliği ve zihin bulanıklığı içerisinde hayata dört elle sarılmaya çalışan bireylerden müteşekkil bir toplumda yaşıyoruz.. Çevre bizim nefes aldığımız yaşadığımız, mutlu olduğumuz mekândır. Çevreyle barışık olmayan, onun kıymetini bilemeyenler çevreyi durmadan kirletirler. Durum öyle bir noktaya gelir ki artık yaşadığımız bu mekânlar bizler için yaşanmaz bir hal alır. En aciz bireyden en güçlü uluslara kadar çevreye karşı duyarsız bir duruş sergilemekteyiz. Gelişmemiş ulusların bireyleri için çevre sadece yediği, içtiği ve uyuduğu yer iken, en gelişmiş modern ve güçlü devletler için çevre, ulusal hudutlarının içerisinde kalan alanlarla sınırlı kalmaktadır. Üzerinde yaşadığımız gezegen bir bütün olarak düşünüldüğünde bizim için çevre tüm gezegen sathıdır. Afrika kıtasının çölleştirilmesi, arabistan yarımadasının kaynaklarının hoyratça tüketilmesi, amazon ormanlarının yok edilmesi, kutuplardaki buzulların eritilmesi ve anadolu coğrafyasında tatlı suların kirletilmesine kadar mevcut tüm bu olumsuzlukları bir insan olma bilinciyle görmeli ve çözümü için çaba sarfetmeliyiz.
Çevremizde olup biten gerçeklere gözlerimizi kapatmamız bizi her daim zor durumda bırakır. Dünyanın öbür ucundaki sorun gün gelir bizi de içine çeker. Başta küçük gözüken sorunlar gün geçtikçe devasa boyutlara ulaşır. Ekolojik dengenin bozulması zamanla dünyamızı yaşanmaz hale getirir. Karbon, azot, fosfor, kükürt, su ve besin zinciri döngülerinin işlerliği daimidir. Bu ekolojik çevrimler sırasında, herhangi bir madde kirliliği olursa, bu madde ekolojik çevrimler aracılığıyla taşınarak, denge tekrar kurulur. Buna dünyanın kendi kendini temizlemesi dünyanın otopürifikasyonu denir. Dünyanın dengesi insanlığın, üretim sırasında geliştirdiği çeşitli mekanizmalar nedeniyle bozulmuştur. Bu mekanizmalar:
* Otopürifikasyon kapasitesinin aşılması (yoğun atık nedeniyle)
* Otopürifikasyon kapasitesinin azaltılması (ormanların yok edilmesi ile,)
* Madde yoğunlaştırma (ağır metaller ve radyoaktif maddeler. bunlarım çevrimi çok yavaştır.)
* Yeni yapay madde üretilmesi (organo klorlu ensektisitler, ağır metaller, plastikler, deterjanlar, bunların otopürifikasyonu olamaz yada çok yavaştır.)
Yukarıda bahsi geçen uygulamalar neticesinde çevre kirliğinin günümüzde ulaştığı korkunç boyutları yeniden düşünmek zorundayız. İnsanlığı bekleyen acı son gelmeden evvel birey ve toplum olarak üzerimize düşen görevleri yapmak zorundayız. Sanayi devrimiyle başlayıp günümüze kadar hız kazanarak devam eden bu evrensel soruna çözüm için yapılması gereken neyse yapılmalıdır. Sahip olduğumuz inanç ve değer yargıları çerçevesinde soruna yaklaşıldığı zaman çözümün çok kolay olduğunu görmekteyiz.
1997 yılında imzalanan ve 2005 te yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve durumundadır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya karar vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. Çünkü, protokolün yürürlüğe girebilmesi için, onaylayan ülkelerin 1990'daki emisyonlarının (atmosfere saldıkları karbon miktarının) yeryüzündeki toplam emisyonun %55'ini bulması gerekmekteydi ve bu orana ancak 8 yılın sonunda Rusya'nın katılımıyla ulaşılabilmiştir.
Kyoto Protokolü şu anda yeryüzündeki 160 ülkeyi ve sera gazı salınımlarının %55'inden fazlasını kapsamaktadır. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler, pahalı yatırımlar gerektirmektedir. Sözleşmeye göre;
- Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek,
- Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
- Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
- Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
- Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak,
- Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
- Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,
- Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,
- Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
Protokol şu ana kadar kağıt üzerinde kalmaktan başka bir işe yaramamıştır. Sorun bu şekilde devam ettiği sürece karşılaşacağımız son, çok acı ve dramatik olacaktır. Küresel emperyalist güçler için dünyanın yarısının yok olması, doğal kaynakların büyük oranda tüketilmesi ve son bulması önemli gözükmemektedir. Yüzeysel hümanist söylemler, demeçler ve çevre senaryoları birer aldatmadan başka bir şey değildir.
Afrika kıtasının sömürülerek köleleştirilmesi, insanının açlığa mahkûm edilmesi ve birbirine düşman hale getirilmesi planlı ve programlı bir uluslar arası konsensüsün ürünüdür. Kongo havzasında yer alan yağmur ormanları benzeri yeşil alanların yakılıp yok edilmesi, bereketli tarım bölgelerinin atıl bırakılması gibi ilkel ve barbarca metotlarla kıta sömürülerek fakir durumda bırakılmıştır. On beşinci yüzyılda Portekizliler, on yedinci ve on sekizinci yüzyılda da Fransızlar gelerek buralarda esir ticareti yapmaya başladılar. Yeni keşfedilen, yeni dünya olarak ta nitelendirdikleri Amerika kıtasındaki maden ocakları ve tarım plantasyonları için işgücü kaynağını bulmuş oluyorlardı. Gelişmiş modern teknikleriyle insanlık medeniyetini parçalayan, zengin azınlık sınıfı için betondan ve çelikten şehir site devletleri kurdular. Üçüncü dünya ülkeleri ve kıtaları onların atık malzemelerini depoladıkları ve kirlettikleri birer mekâna dönüşüyordu. Onlar medeniyet oluşturdukça bizler geriledik, onlar planlı programlı şehirciliğe geçtikçe bizler karmakarışık derme çatma gettolarda nefessiz kaldık. Onlar tabiatın dengesini bozup güvenli ve sağlam yapıları meydana getirdikçe, bizler çürük ve kalitesiz yapılarımızda enkaz altında kalıp can çekiştik. Teknolojinin nimetlerini en güvenli şekilde kullanan, teknolojiye hükmedip zamandan tasarruf ettiler. Bizler teknolojiye bağımlı hale gelip, teknolojide alt yapı hazırlanmadan (ulaşım alt yapılarının olmayışı, bireylerin teknolojik eğitiminden geçmeden bu araçlara sahip olması ve kullanmaya çalışması gibi
) teknoloji tarafından sömürülen, canı ve malı elinden alınan niteliksiz birey ve toplumlar haline getirildik.
Yaşadığımız bölge teknolojik araçlar ile kirletilirken, zihinlerimizde de aynı kirliliğin başladığını görmekteyiz. Birbirine düşmanca bakan, hırs, tutku ve kıskançlık duygularıyla kardeşini boğazlayacak hale gelen bir nesil ile karşı karşıya kaldık. İnsan kanının oluk oluk akıtıldığı, kuytu köşelerde katliam ve toplu kıyım senaryolarının hazırlandığı karanlık bir çağda yaşamaya başladık.
Çevremize düşünmeden gelişi güzel fırlattığımız bir kağıt parçasının gün gelecek içerisinde boğulacağımız bir lağım çukuruna dönüşecektir. Afrika kıtasının maruz kaldığı toplu katliamlar, esir ticareti, kaynaklarının sömürülmesi ve orman yangınlarının benzerinin günümüzde coğrafyamızda sergilendiğini görmek insanın akli melekelerini ziyana uğratmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz konjonktür gereği coğrafyamızın diğer bölgelerinde yaşanılan ekolojik dengeyi bozan gelişmeler ( orman yangınları, nükleer santrallerdeki sızıntılar, termik santraller ve diğer sanayi tesislerden yükselen karbon monoksit ve kükürt dioksit) bizleri düşünmeye sevk etmelidir. Uzun vadede bu tür uygulamaların özelde ülkemize genelde tüm dünyaya vereceği zararları düşünmeliyiz. Su kaynaklarımızın günden güne erimesi, tarım alanlarımızın giderek verimsizleşmesi ve çölleşmesi, ormanlarımızın yanması ve yakılması sonucu yaşayacağımız büyük sorunları şimdiden görebilmeliyiz. Tükettiğimiz gıdaların doğallığından uzaklaşması gibi insani özelliklerimizin de gittikçe yapaylaşması ve sathileşmesi gerçeğini enine boyuna tartışmamız gerekir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.