Cahiliye Toplumu Nedir ve Tevhidi Bilinçten Yoksun Halk Kimdir?
Bir süre önce, kamuoyunun kendisini İslami mücadelesi ve İslami şahsiyetiyle yakından tanıdığı bir zatın yazısını okurken sık sık tevhidi bilinçten yoksun halk tanımlamasını kullandığını görünce, cahiliye toplumu kavramı ve bu kavramın yumuşatılmış hali gibi gözüken tevhidi bilinçten yoksun halk tanımlarıyla ilgili bir değerlendirme ve uyarıda bulunma ihtiyacını hissettim. (Değerlendirmenin kişiler bazında değil de düşünce ve kriterler temelinde yürütülmesi için isim vermeyeceğim)
Cahiliye ve cahiliye toplumu kavramlarını İslami mücadelenin literatürüne çok güçlü şekilde yerleştiren/kazandıran, merhum Üstad Şehid Seyyid Kutuptur.
Cahiliye toplumu kavramı, bir sıfat tamlaması olup toplumla ilgili bir hüküm belirtmektedir. Toplum terimi, anlamı çok netmiş gibi sık kullanılmasına rağmen sosyoloji ilminde toplumun tanımıyla ilgili ortak bir görüş yerine farklı yaklaşımlar vardır. Toplum teriminin kullanımından yola çıkarsak, belli bir toprak parçasında/siyasi coğrafyada yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan topluluk diyebiliriz. Mısır toplumu, Türkiye toplumu, İran toplumu ve Toplum kavramı bazen de değerlere mensubiyet üzerinden yapılır. İslam toplumu, kapitalist toplum ve sosyalist toplum gibi.
Sıfat tamlamasındaki cahiliye terimi ise, bilginin karşıtı cehalete değil, İslamın reddettiği değerler, inançlar ve davranış biçimlerine tekabül etmektedir.
Cahiliye toplumu kavramının kullanım alanına ve bu kavramı kullananlara baktığımızda, bu kavramın İslam dünyasındaki farklı siyasi coğrafyalarda yaşayan toplumlar/halklar ile ilgili olduğu açıktır.
Cahiliye toplumu kavramının bir hüküm belirttiğini ifade etmiştim. Bu kavramı kullanan insan hakim; toplum, mahkumun aleyh(hakkında hüküm verilen); hüküm, cahiliyye; mahkumün bihi (kendisiyle hüküm verilen), cehalettir.
Birinci sorun: Hakim, mahkumun aleyhin bir cüzü/üyesi olduğu için, hakimin hükmü kendisini de kapsar. Çünkü hakim olan ben, cahiliye toplumu olarak nitelediğim toplumun bir üyesiyim. Hakim ile mahkumun aleyhin aynileşmesi söz konusudur. Bu ise, bir tezattır.
İkinci sorun: Mahkumun aleyh/mahkum/hakkında hüküm verilen, birey değil de topluluk olunca, bu topluluk da on milyon, elli milyon insandan oluşunca, verilen hükmün doğru olabilmesi için mahkumun aleyh olan toplumun istisnasız tüm üyelerinin aynı suçu işlemiş olması lazımdır. Böyle bir toplum yoktur. Mısır toplumu cahiliye toplumudur dediğimiz zaman, Mısır toplumunun içinden çıkan ve o toplumun üyeleri olan İhvan ve benzeri İslami hareketleri, bu hareketlerin üyelerini, hatta bu kavramı kullananları ve İslama göre yaşam mücadelesi veren yüz binleri veya milyonları nereye oturtacağız? Onları bu hükmün dışında nasıl tutacağız? Örneğin x toplumu cahiliye toplumudur dediğimiz zaman, hüküm, istisnasız verilmiş bir hükümdür. İstisna konacaksa, istisnanın ölçüsü nedir ve bu kriterleri kim belirleyecek? Mısırda Tekfir Hareketinin çıkışı bu kavramla alakalıydı. Abdünnasırın tekfiriyle başlayan hareketin geliştirdiği kriterler, sonuçta hükümetleri kafir ilan etmenin ötesine geçerek toplum kafirdir noktasına ulaştı ve hatta İhvan hareketi de bundan nasibini aldı. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, yanlışlık zincirleme devam eder. Aynı soru ve sorunlar tüm İslam beldelerindeki toplumlar için de geçerlidir.
Üçüncü sorun: İslam beldelerindeki toplumları cahiliye toplumu olarak nitelediğimizde, cahiliyeden İslama geçişi kimler gerçekleştiriyor veya gerçekleştirecek? Çağdaş bir örnek oluşturduğu için İran toplumunu ele alalım. Şah zamanı İran toplumu cahiliye toplumuydu. Peki caddelerde yürüyen ve binlerce şehid verenler kimlerdi? Bu, bir. İkincisi, 22 Behmende devrimi kimler gerçekleştirdi? Bir günde cahiliye toplumu nasıl İslam toplumuna dönüştü? Oysaki, toplum bütün farklılıklarını koruyan aynı toplumdu ve aynı toplumdur. Din, mezhep, ideoloji, yaşam tarzı ve bütün farklılıklar devrimden önce de sonra da varlığını korumaktadır.
Dördüncü sorun: Eğer cahiliye toplumu kavramından maksat, İslami ilkelere dayanmayan egemen devlettir, toplumun kendisi değildir denirse, o zaman da devletin tanımı, bu tanımın kapsamına kimlerin girdiği ve bu hükmün o devletin üyeleri için mi yoksa dayandığı felsefe ve yasalar için mi verilip verilemeyeceği konuları gündeme gelir.
Çağdaş devletler genellikle yasama, yürütme , yargı ve zikredilmeyen askeri güçlerden ve bunların alt birimlerinden oluşur. Devleti kimler temsil ediyor? Üst düzey yöneticiler mi, bütün yöneticiler mi, bütün devlet çalışanları mı? Hangisi olursa olsun, yöneticiler ve çalışanların arasında sayısını kimsenin bilemediği kadar İslama bağlı insanlar vardır. Bunların toplamıyla ilgili genel bir hüküm verilemez. Cahiliye toplumu olarak nitelendirilen Mısırda yönetimin değişik kademelerinde yer alan sayısız insan, İslami hareketlere ya destek vermiş veya üyesi olmuştur. İran İslam devrimini yapanların önemli bir kısmı devlet organlarında ve yetkili kimselerdi. Devrim olduktan sonra devlet kademelerindeki herkes cahili topluma aittir diye tasfiye edilmedi. Suç işleyenler cezalandırıldı. Dolayısıyla devleti temsil eden organlardaki yönetici veya çalışanların toplamı için cahiliye toplumu kavramını kullanmak doğru bir hükme tekabül etmemektedir. Hakeza İslam devletindeki tüm devlet kademelerinde çalışanların toplamı için İslam veya İslam toplumu kullanılamayacağı gibi. Yine çağdaş örnek olduğu için İranı misal vereceğim. Devlet organlarındaki değişik kademelerde devleti temsil eden insanların arasında çok sayıda laikliğe inanan, sosyalizme inanan, şahlık rejimini savunan insanlar yok mu? İran, İslam devleti olduğu için bu insanlar halis muhlis İslam toplumundan mı sayılacak?
Öyleyse cahiliye kavramının devletlerin gayri İslami değerleri, ölçüleri, yasaları ve bunları açıkça benimseyenleri için kullanılması daha doğru olur..
Beşinci sorun: Mevcut İslam beldelerindeki toplumları cahili toplum olarak nitelendirme, içinde yaşadığımız koşulları İslam öncesi Mekke dönemine benzetme ve her İslami oluşumun veya hareketin kendisine İslamın Mekkedeki doğuşu gibi bir misyon yüklemeye kalkması şeklindeki kıyas veya stratejide bir yanlışlığın olduğu kanısındayım. Bir defa o gün, koyu bir cahiliye ve İslam öncesi bir toplum söz konusu idi ve İslam dini inzal olmamıştı. İslam, İslam peygamberi ile ve vahyin öncülüğünde zuhur etti. Doğal olarak saflar siyah ve beyaz gibi netti. Arada gri renkler, İslami açıdan yozlaşma veya inhiraf söz konusu değildi. Her insan ya Peygamberin yanındaydı veya karşısında. Peygamberin varlığından dolayı, İslamın farklı yorumları da söz konusu değildi. O koşullarda net bir çıkış ve ayrışma kaçınılmazdı. Ama bugünkü koşulları o günkü koşullarla kıyaslamak doğru değildir. Çünkü cahili toplum olarak nitelendirdiğimiz toplumun tamamına yakını İslamın temel ilkelerini kabul ediyor. Sayısını kimsenin bilemeyeceği kadar insan, İslamın bir çok hükmüyle amel ediyor. Peygamber gibi dinin yorumunda mutlak otorite olmadığı için farklı yorumlar kaçınılmazdır. O gün dinin aslı tartışılıyordu, bu gün ise yorumları. O gün dini kabul veya red söz konusu idi, bu gün ise, nasıl bir din anlayışı ve yaşamı. O gün dinin inzali ve ibdasıyla ilgili mücadele vardı, bu gün ise dini anlayış ve yaşamın ıslahı, ihyası veya tecdidi söz konusudur. Dolaysıyla o günkü gibi bir çıkış, yanlıştır, yapılamaz.
Günümüz koşullarını Mekke dönemine tamamıyla uyarlamak, peygamberin varlığını, vahyin inzalini, toplumun İslam öncesi yaşama dönüşünü ve toplumu haza kafir ve haza Müslüman ayrımına tabi tutmayı gerektirir ki, bu muhaldir. Bu muhale rağmen ısrar edilirse, birileri kendini peygamberin yerine koymak durumunda kalır ve bu yaklaşımın yol açtığı zararlar gözlemlenmiştir.
Sonuç:
Kuranda cahiliye toplumu kavramı kullanılmamaktadır. Cahiliye kavramı dört ayette geçmektedir ki, her dördünde de bu kavram İslamın reddettiği inanç, değer ve davranış biçimleri için kullanılmaktadır. Ayrıca Kuran, cahiliye kavramını belirli bir zaman ve mekan için de kullanmıyor; her ne kadar cahiliye asrıyla ilgili çalışma yapan araştırmacılar, 150-200 yıl İslam öncesi Mekke toplumu için bu kavramı kullanıyor olsalar da.
Kuranın cahiliye kavramını kullanım biçiminden yola çıkarak şunlar söylenebilir: Cahiliye toplumu doğru bir kullanım değildir. Bu tamlama yerine Kuranın kullandığı gibi salt cahiliye kavramını, birey grup veya devletlerin İslamın reddettiği değerler, inançlar ve davranışları için kullanabiliriz. Cahili değerler vardır, cahili inançlar vardır, cahili davranışlar vardır ve cahili yaşam biçimleri vardır. Bunlar da toplumun tümüyle ilgili değil; toplumda var olan birey, grup ve topluluklarla ilgilidir.
Tevhidi Bilinçten Yoksun Halk
Toplumun tümüyle ilgili böyle bir genelleme yapmak, bu türden bir yargıda bulunmak doğru bir hüküm değildir. Tevhidi bilinç kavramının neye tekabül ettiği tartışmaya açık olduğu gibi, toplumda kimin ne ölçüde muvahhid olduğunu da kimse saptayamaz. Bu, bir.
İkincisi, bu türden bir üslup davetçi için yanlıştır. Çünkü tanımda tahkir ve küçümseme vardır. Davete muhatap olan ister toplum olsun, isterse birey, davete icabet edebilmesi için önce kendisine değer verildiğini görmesi gerekir. Örneğin bir insanı karşımıza alıp sen, tevhidi bilinçten yoksunsun, gel sana tevhidi bilinci vereyim diyebilir miyiz? Bu ifadeyi kullandığımız anda, muhatabımız cehl-i mürekkeb içinde olsa bile, davetimizi elinin tersiyle iter. Bir insana sen cahilsin, gel sana şuur vereyim denmez. Birey için doğru olmayan bu yaklaşım, toplum için bi terik-i evla doğru olamaz. Sonra tevhidi bilinçten yoksun olarak nitelediğimiz halkın içinde Allahın rızasını hakketmiş nice insanların olmadığını kim iddia edebilir? Allahın rızasını kazanmış insanı kim bilinçsizlikle suçlayabilir? Ayrıca tevhidi bilince sahip olarak gördüğümüz insanların arasında Allahın rızası yerine gazabını celbetmiş nice insanın olmayacağını kim iddia edebilir?
İslami mesajı olanların, İslami kimliğiyle tebarüz etmiş şahsiyetlerin bu türden kavramları daha dikkatli kullanması gerekir.
Bu tür bir üslup, bizim yıllarca karşı çıktığımız tahakkümcü laik azınlığın üslubuna çok benziyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri tahakkümcü laik azınlık, halk için, bunlar laiklik şuurundan yoksun kitlelerdir/halktır. Bunlara laikliği kavratmak, laiklik şuurunu kazandırmak gerekir. Anlamaz iseler, zorla ve baskıyla onları adam etmek gerekir demiyor mu? Bir zamanlar sosyalistler de sosyalizm şuurundan yoksun halk demiyor muydu? Laiklik şuurundan yoksun halk ile sosyalizm şuurundan yoksun halk ve tevhidi bilinçten yoksun halk ifadeleri, egemen sistemle ona karşı farklı ideoloji ve din temelinde gelişen muhalefetin halka bakışta birbirilerine yaklaştıklarını veya aynileştiklerini göstermez mi? Acaba farkında olmadan karşı çıktıklarımızın ahlak ve yönteminden mi etkileniyor veya onların ahlakıyla mı ahlaklanıyoruz? Muhalefet, bu bakış açısıyla güç kullanabilir duruma gelse, sonunda onlar da bu halk sopadan anlıyor, darbeden anlıyor noktasına gelmez mi? Birinde tahkir laiklik adına, ötekinde İslam ve bir başka ideoloji adına; birinde sopa laiklik adına halkın kafasına inecek, ötekinde İslam adına veya sosyalizm adına. Bu milletin suçu nedir ki, hem egemenler hem muhalefet onu şuursuzlukla suçluyor? Bu bakış açısı bizi tahakkümcü muvahhid azınlık konumuna düşürmez mi?
Halkı tahkir eden ve onların adam edilmesi gerektiğine inanan bu farklı bakış açılarının ortak yönlerinden söz etmek mümkün.
1-Üyesi olduğu halka değer verip onlara değer katacağına onu cahil, şuursuz ve tepeden şekillendirilmeye muhtaç görmek.
2-Kendilerini halktan ayrı özel bir statüde görmek ve azınlık konumuna düşmek.
3-Halk ile bütünleşilemediği yerde halka baskı uygulama ve onları tepeden zorla şekillendirme.
Oysaki değerlerimiz farklı olduğu kadar üslup ve yöntemlerimiz de beşeri ideolojilerden farklı olmalı, değil mi? İslami değerler ve yaşam tarzı, İslam karşıtı egemenlerin ölçü, üslup ve yöntemleriyle yaygınlaştırılamaz. Biraz daha dikkat ve hassasiyet gösterelim.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.