Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl..
M. Âkifin başlığa aldığım mısrası, çok tekrarlanır da, genelde, üzerinde az düşünülür.
Kitâb-ı Mukaddes'in Eski Ahid (Ahd-i Atîq / Tevrat) bölümünde, Sodom ve Gomorra şehirlerinin yok edilmesi anlatılır.. Çünkü, bu kentlerin ahalisi, cinsî sapıklık ve insest / aile içi zina gibi en korkunç ve iğrenç sapkınlıklar içindeydiler.. Hz. Lût, Şeria Vadisindeki Sodom ahalisine, tevbe etmedikleri takdirde, hepsinin yok edilecekleri ilahî ihtarını bildirse de, ahali oralı olmaz..
Suçluların yanı sıra dürüst insanların da yok edilmesi, nasıl olur gibi bir sual akla gelse de; Sodom'daki ergin insanlardan sadece Lûtun ahlâklı kaldığı ve hatta onun kendi kızlarının bile aynı fuhşiyâta sürüklendiği ve sonra, ilahî gazabın eriştiği, Sodom ve Gomorra üzerine kül ve ateş yağdığı anlatılır, Ahd-i Atîqde.. Ve Rab, Sodom ve Gomorra üzerine göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; o şehirleri ve bütün havzayı, şehirlerde oturanların hepsini ve toprağın nebatını altüst etti. (Tekvîn, 19:24-25)
Sodom ve Gomorra hadisesinin Miladdan 3 bin yıl kadar önce cereyan ettiği tahmin edilir. Ama benzer ihtarlar Kuran-ı Mubînde de sık sık beyan olunmuştur.. İnsanın temel meselesidir bu.. Konunun bütün zamanlarla ilgisi de onun bu özelliğinden gelir..
Akif, Osmanlının çöküş dönemindeki ahlâksızlıkların cezasının ulaşacağını mısralarına yansıtırken, Yakub Kadri de, Sodom ve Gomorra isimli bir roman yazmış ve binlerce yıl geçmişte kalan kavmin sapıklığı yüzünden yok oluşunu değil, Osmanlı çökerken İstanbulda yaşanan rezillikleri; özellikle de, Çarlık Rusyasını tarihin çöplüğüne fırlatan bolşevik / komünist ihtilal sonrasında İstanbula kaçan Rus sosyetesinin bu şehirde daha bir katmerleştirdiği korkunç ahlâkî çöküntüleri; hele de, Mütareke döneminin alafrangalık züppeliği, işgalcilerle işbirliği içindeki burjuvazi ve -sözde- aydın çevrelerin kokuşmuşlukları üzerine de yine bir ilâhî gazabın erişeceğini anlatmıştır.. (Yakub Kadri, o zaman henüz kemalist / laik değildi..)
Vural Savaş isimli bir eski başsavcı vardı ya, irtica ile mücadele bahanesiyle Müslüman halkın inançlarına karşı, donkişotvarî saldırılar yapardı. Onun da bir kitabı vardır, Türkiye Cumhûriyeti Çökerken.. isminde.. O da bu çöküş sürecinde olduğunu ileri sürdüğü T.C. rejiminin korunabilmesi için, kendisine göre birtakım tesbitler yapar, tedbirler önerir.. Türkiye, kendi içinde ciddî sosyal buhranlarla uğraşırken, dünyada da global bir ekonomik buhran yaşanıyor ki; bu, ister istemez, Türkiyeyi de etkileyecektir..
Bu buhranlar üzerine, herkes kendisine göre bir yorum tarzı ararken, kutsal metinlere göre izah yapanlar da görülmektedir.. Bu tabiîdir de.. Yeter ki, hokkabazlıklara âlet edilmesin..
Dün, bu izahlara, Papa 16. Benedicktus da katıldı. Papa, yaşanan global malî krizden hareketle, Hz. Îsâ'ya atfedilen, Tanrı'nın sözünü dinleyenlerin, evlerini kaya üzerine kuran akıllı adama, dinlemeyenlerin ise evlerini kum üzerine kuran budala adama benzediği şeklindeki sözü hatırlatıyor ve banka ile kredi kuruluşlarının çöküşünü, insanların sahte gerçekler peşinde koşmalarının göstergesi olarak yorumluyor ve asıl gerçeğin, Tanrının bildirdiği gerçekler olduğunu belirtiyordu.
Bu hatırlatmaları, kendi toplumumuza da uygulayabiliriz.. Toplumların sürüklendikleri ahlâksızlıkların, o toplumların bünyesine bir şekilde geri döneceğini söyleyenler haksız mı?
Sağlıklı bir toplum için, her konuda aynen olmasa bile, toplumun bütününe yönelik, kederde ve kıvançta, ortak duyguları paylaşmalarının gereği, sanırım, aklı başında kimse tarafından reddedilemez. Bazıları, bu anlatılanlar arasında rasyonel bir bağ yoktur diye, konuyu hafife alabilirler, ama ahlâk ve adaletin temeli de rasyonal (sadece akla dayalı) izahlara değil, inanca dayanır.
O halde, sadece şu son günlerdeki acılar için değil, toplumun genel gidişatı üzerine değerlendirme yapanların, karşılaşılan sosyal olumsuzlukları adaletsizlik ve ahlâksızlıktan kaynaklandığını söylemelerine dudak bükülmemelidir..
Alınız size, ülkenin gelir dağılımı.. Hakkâride 800 dolar civarında olan ferd başına yıllık gelir ortalaması, İzmitte 10 bin doların üzerinde.. Bu kadar büyük uçurumların olduğu bir bünyenin sağlıklı olduğundan nasıl söz edilebilir?..
Dün, ülkedeki yeşil kart uygulamasının illere göre dağılımını gösteren ilginç bir yazı okudum.. Doğu ve Güneydoğu illerinde, yeşil kart sahiblerinin sayısı, o illerin genel nüfusunun neredeyse, yüzde 40-50sini oluşturuyordu.. Ve bu yüzdeler, orta, batı ve kuzey Anadoludaki illere doğru gittikçe, yüzde 20 ve hatta yüzde 10lara kadar bile iniyordu.. Bu bile, ülkedeki sancıların sosyal adalet açısından kaynaklarını göstermeye yetiyordu..
Keza, televizyon ekranlarından toplumun her kesimine yansıyan mübtezel bir sosyete hayatının çılgınlıklarının da, sosyal bünyeyi nasıl tahrib edeceği gözden ırak tutulmamalıdır.. Oğlunu askere göndermiş ve onların cenazeleriyle karşılaşmış insanların yaklaşık yüzde 80inden fazlasının nasıl bir dünyaya aid oldukları görülüyor.. Ve bir de TV ekranlarından adeta üzerimize cîfe sıçratırcasına şûh kahkahaların, en mübtezel ve çarpık ilişkilerinin yansıdığı programları ve gece kulüplerindeki dizboyu ahlâksızlıkları göz önüne alınız..
Böylesine bir dengesizliğin pençesindeki toplumlar nasıl sağlıklı sosyal tepkiler verebilir?
LAİK BEYATE AYARLI BİR MÜSLÜMAN TOPLUM, NASIL SAĞLIKLI OLUR?..
Burada bazıları sosyal bünyemize hâkim olan düzenin temel çerçevesini göz önüne almayanlar veya anlamayanlar, diyebilir ki: Kardeşim, millet seçip gönderiyor Ankaraya, ama onlar oraya gidince ya uyuyorlar, ya unutuyorlar ve değişen bir şey olmuyor..
Ama, gerçek bu ve böyle değildir..
Çünkü, milletin vekili olarak seçilenler, Ankaraya varır varmaz, milletin değerlerine değil, zorla kabul ettirilmiş bir resmî ideolojinin mâlum ilke ve devrimlerine bağlılık yemini etmektedirler.. Yani, beyatleri alınmadan, işbaşı bile yapamıyorlar.. Su başlarını devler tutmuş ve sizin seçtiklerinizin en temiz niyetlileri bile, onların pençesine düşmemek için, hangi hukukî atraksiyonlar yapmaları gerektiği konusunda harcamaktadırlar, asıl enerjilerini..
Yani, onlara kalsa, birçok şeyi belki düzeltebilirler.. Ama, onların atacağı her adım, bir harâmîler çetesi mantığıyla çalışanlarca, o resmî ideoloji adına, bir din gibi bağlandıkları laisizme zarar vereceği korkusuyla, dikkatle izleniyor.
Ve organize veya yarı organize halk kitleleri, ülkedeki yanlış giden işlerin temelinde asıl sorumlu olan bu egemen / laik kadroları görmek istemeyip; halkın büyük desteğiyle seçilen Cumhurbaşkanı'nı ve Başbakan'ı yuhhlayabiliyorlar, ama toplumu ayağa kaldıran askerî zaaflar konusunda bile asıl hesab vermesi gerekenler yerine, sivillere boşaltırlar hınçlarını..
Toplumlar sadece maddî zenginlikleriyle değil, asıl manevî zenginlikleriyle sağlıklı kalırlar..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.