Bir Ramazan Çılgınlığı
Bir Ramazan ayını daha geride bırakmak üzereyiz. Genelde dünya coğrafyasında; özelde ise bölgemizde vicdanı olan hiç kimsenin tasvip etmeyeceği hadiselere şahit olmaktayız. Siyonist İsrail Devletinin yıllardır Filistin halkına uyguladığı zulmün artarak devam ettiğine tanık oluyoruz. Yine yanı başımızda emperyalist batılı devletlerin devşirdiği Işid diye bir oluşumun islami semboller ve sloganlar kullanarak özellikle şii Müslümanlara ve kürtlere yönelik katliamlara giriştiklerini görmekteyiz. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Bunlarla ilgili çok yazıldı, çizildi ve analizler yapıldı. Çözüm adına somut hiçbir adımın atılmadığını da ayrıca belirtiyoruz. Zulüm yapan tüm devlet, örgüt vb. oluşumları lanetlediğimizi kendilerine karşı olduğumuzu; zulme maruz kalan tüm mazlumların ise dini, dili, mezhebi, ideolojisi, rengi ve ırkı ne olursa olsun yanlarında olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Allah mazlumlara güç kuvvet ve başarı; zalimlere ise yenilgi hüsran ve perişanlık nasip etsin…
Gelelim asıl meselemize: Çölemerg diyarı; kartalların yuvası, aslanların barınağı, yiğitlerin kalesi, alimlerin dergahı, bilim ve sanat merkezi olan kutsal belde… Yeryüzünün ilk kurulan doğal korunaklı şehri. Sümerler, Âsuriler, Bâbilliler, Medlerin hüküm sürdükleri coğrafya. Hz Ömer’in 640 yılında fethettiği ve islamla tanıştırdığı mümbit kale. Nasturilere, Yezidilere, Ermenilere, Musevilere ve Müslümanlara yurt olan bereketli şehir. İnsanların kendilerini güvende hissettikleri, kardeşliğin zirve yaptığı, paylaşımın ve selametin zirvede olduğu anavatanımız…
Kardeşliğin, adaletin ve sevginin hüküm sürdüğü güzelim memleket ne yazık ki son ikiyüzyıllık bir sürede kin, öfke ve intikam ateşinin ekildiği farklı bir alan haline getirildi. Din, mezhep ve aşiretsel farklılıklarla insanlarımız birbirine düşürüldü. Bilim ve sanat merkezi olan yörede eğitimsizlik birinci sıraya yükseltildi. Avrupada cereyan eden milliyetçilik akımları ister istemez bu coğrafyayı da olumsuz etkiledi. Müslümanlık farklı bir şekilde yorumlanarak, farklı dinlerde olan Nasturiler, Ermeniler ve Yahudiler katledildi yurtlarından sürüldüler. Ayrılık tohumları bir şekilde atılmıştı artık. Tek birleştirici unsur olarak tahrip edilmiş islam dini öğretiliyordu. Bu tahrip edilmiş dine göre müslümanlar dışındaki tüm etnik unsurlar katledilebilir, malları ve ırzları müslümanlara helal edilebilirdi. Bu hırs ve inanç ile talan ve yağma olayları hız kazandı. (Tıpkı şu an Işıd’ın yaptığı gibi) Emperyalistler hedeflerine ulaşmışlardı. Bu coğrafyada yaşayan insanları bölmek, bölmek ve en sonunda atomlarına kadar bölmek politika haline getirilmiş durumda. Birinci aşama din farklılığı, ikincisi mezhep ayrılığı, daha sonra dil, ideoloji, soy, aşiret, aile ve vb saçma farklılıklarla bu durumu körüklemektedirler. En sonunda elde avuçta hiçbir şey kalmayıncaya kadar bu durumu sürdüreceklerdir. Tıpkı Afrika kıtasına yaptıkları gibi.
Sevgiyi, barışı ve adaleti temsil eden İslam dini ne zamanki bize farklı şekilde öğretilmeye başlandıysa biz o zaman kaybettik. Din diye bize yutturulan hurafeler ve atalarımızın saçma uygulamalarına kayıtsız şartsız uyar hale getirildik. İnsan sevgisi ve merhamet duygularımızı tamamen kaybettik. Üstünlüğü yüzeysel şeylerde arar hale geldik. Mazlumların hamisi olacağımıza zalimlerin karşısında el pençe divan durduk. Hz Muhammed( s.a.v) aracılığıyla bize öğretilen din; Tüm insanların eşit olduğu gerçeğidir. Habeşli Bilal, Zeyd Bin Harise, Habbab Bin Eret, Süheyb-i Rumi, Ammar Bin Yâsir gibi köleler ile Ümeyye Bin Halef, Velid Bin Muğire, Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Abdullah Bin Ümeyye gibi ağa ve beylerin eşit olduğu gerçeğidir. Hatta Kur’anı Kerimde Abese suresinin inmesine yol açan hadise herkesin hafızasındadır. Türkçesi şu şekildedir:
1. Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü.
2.Ne bilirsin, belki de o arınacak
3. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.
4. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince;
5. Sen, ona yöneliyorsun.
6.(İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne!
8., 9., 10. Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun.
Abese, kelime anlamı olarak yüzünü buruşturdu (ekşitti) anlamına gelir ve ilk ayette geçen bir kelimedir. İslam kaynaklarında yer aldığına göre, peygamberimiz Mekke'nin ileri gelenlerine dini davette bulunduğu ve oldukça hassas bir zamanda, Mekke'nin fakir halkından ve gözleri görmeyen Abdullah bin Mektum yanına gelerek kendisine Kuran'dan birşeyler anlatmasını istemiş. Peygamberimiz de böyle hassas bir zamanda kendisinin rahatsız edilmesinden dolayı kızmış ve bu şahsa yüzünü ekşiterek sırtını dönmüş. Bu davranışı Allah tarafından hoş karşılanmamış, bu surenin başında yer alan ayetlerle şekilde uyarılmıştır. Hatta peygamber efendimiz (s.a.v) Abdullah bin Mektum'u gördüğü zaman gel Allah'ın kendisi sebebiyle beni azarladığı adam dermiş.
İşte Allah’ın bize öğrettiği islamda eşitlik yukarıdaki sürenin inmesine sebep olacak şekildedir.
Bölgemizde; Cumhuriyetin ilanından sonra eğitim, sanayi, bilim, kültür ve sanat alanında neredeyse hiçbir etkinlik yapılmamıştır. İnsanlarımız kendi kaderlerine terk edildiler. En temel insani ihtiyaçlar bile çoğu zaman güneyden temin ediliyordu. Güney Kürdistan (Kuzey Irak) medreselerinde öğrenim gören tek tük kişiler tarafından bazı fıkhi bilgiler ve mevzu hadisler ile halk aydınlatılıyordu(!). Böyle bir atmosferde az çok uyanık ve diğerlerine göre daha sosyal olanlar el üstünde tutuluyordu. Bunların sözü emir, uygulamaları kanun hükmünde idi. Okuma yazma bilmeme, kendilerini ifade edememe gibi sebepler ile halk bu kişilere(ağa, beg, şıx vb.) kayıtsız şartsız itaat etmek zorundaydılar. Devlet bu kişiler ile görüşür bunları şehre çağırır, çocuklarını merkeze alıp eğitirdi. Aziz Nesin’in eserlerinde dile getirdiği ve eleştirdiği bu gerçeklerdi. Ama halkımız bunların farkında olmadı.
Ne zamanki dünyada enformasyon ağı, kitle iletişim ağı yaygınlaştı o zaman herkes bazı şeylerin farkına vardı. Kendilerine öğretilen hurafelerin asıl din olmadığı, Allah’ın tüm insanları eşit yarattığı, üstünlüğün din, dil, mezhep, renk, sınıf ve aileden gelmediğini yavaş yavaş anlamaya başladılar. Köylerden şehre göç gerçekleştikçe ağa ve beg dediğimiz zevatların gücüde azalıyordu. Göç olgusu batıda sosyolojik ve coğrafik olgular çerçevesinde gerçekleştiği için bölgemizdeki olumsuzluklar oralarda fazla hissedilmedi. Bölgemizde cereyan eden kirli savaş neticesinde bu doğal olguya müdahale eden oligarşik ve cuntacı yönetim bu doğallığı ne yazık ki bozdular. Doksanlı yılların başında göçe zorlanan köylerde yaşayan ve eski alışkanlık ve geleneklerini sürdüren halk kitleleri bu alışkanlıklarını şehirlerde de sürdürdüler. Şehir hayatına direnen şehrin eğitemediği ve dönüştüremediği bu kitleler zamanla şehir yaşantısını ve kültürünü kendi alışkanlıklarına göre dönüştürdüler. Askeri ve sivil zevatın da desteklediği bu dönüşüm ve değişim kısa sürede tüm toplum tabakalarına sirayet etti. İtaat ve kamu düzeni adına yapılan çoğu uygulamaya gerek devlet gerekse de siyasi parti ve STK lar tarafından ses çıkarılmadığı gibi el altından da desteklendiler. Tefecilik, insan ticareti, yol kesmeler, kaçakçılık vb. tüm kanunsuz işlere göz yumuldu. Yapılan tüm olumsuz faaliyetler gözardı edilip bir şekilde affedildi. Okumaya ve eğitime önem vermeyen bir nesil içerisinde övünme aracı olarak parti, aşiret ve aile gücü ön plana çıkarıldı. Farklı görüşler ve yöntemler ortaya çıkaranlar bu güçler aracılığı ile pasifize edildiler. Eğitim, din, ahlak vb. değer yargılarımızı arka plana ittik. Ramazan ayını bir arınma ve temizlenme ayı olarak göreceğimize o ayda geceleri başıboş bir şekilde caddelerde volta atıp nara çekme adedi olarak gösterdik. Yapılanları, kitle iletişim araçlarında Hakkari Taksime benzetilerek gençler için sokakları birer cazibe merkezi haline dönüştürdük. Mevki, makam, unvan gibi soyut kavramlar ile işsiz ve parasız olan gençleri daha çok karamsarlığa ittik. Çekememezlik, kin ve öfke tohumları ektik.
Şapkamızı önümüze alıp düşünmemiz gerekir. Devlet, Belediye, Parti, STK, Aşiret(!) Reisleri, Aile Büyükleri, Öğretmenler, Anne Babalar, Yöneticiler kısaca hepimiz suçluyuz. Özeleştiri yapılacaksa özeleştiriyi yapalım. Hatalı ve suçlu olanlar cezalarını çeksin, Mağdur olanların zararları, zarar verenlerce karşılanmalı. Bu işi başlatanlar ciddi yaptırımlarla karşılanmalı engellenmelidir. Başımıza yönetici olarak seçeceğimiz kişiler halkın değerlerine saygılı, adil ve dürüst kimselerden olmalıdır. Hata yapanlar onurluca gitmesini bilmelidirler. Şehrimizin bozulan imajını, dil, din, düşünce, yaşam tarzı sosyal statüsü ve inancı ne olursa olsun herkes için yaşanabilir hale getirmek için el birliği ile çalışmak zorundayız. Çocuklarımızı ve gençlerimizi her türlü ahlaki yozlaşmaktan koruyup maddi ve manevi anlamda destekleyerek koruyabiliriz. Sanayi yatırımları, eğitim olanaklarının çoğaltılması, sosyal ve kültürel faaliyetlerin artırılmasına hız vermeliyiz. Park ve bahçeler yaygınlaştırılarak, insanların caddelerde eğlenmelerini önlemeliyiz.
Kısaca Çölemergin özüne dönüp her türlü yozlaşmaya, kamplaşmaya ve itibarsızlaştırmaya dönük faaliyetlere hepimiz dur demeliyiz.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.