1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Bediüzzaman/Ğaribüzzaman (Said’e Bin Selam Olsun)/ Erkan BAYSAL
Bediüzzaman/Ğaribüzzaman (Said’e Bin Selam Olsun)/ Erkan BAYSAL

Bediüzzaman/Ğaribüzzaman (Said’e Bin Selam Olsun)/ Erkan BAYSAL

A+A-

 

                                                     

Bugün, sevenlerin "ifrat"ına; nefret edenlerin "tefrit"ine; istismar edenlerin "kurnazlığ"ına ve ilim ehlinin "ilgisizliği"ne kurban giden bir zatın vefat yıl dönümüdür. O zat, bir medeniyetin "en keskin dönüş" anında bir ömür boyu "iman" ve "İslam"ın en "gür sesi" oldu. Avazı çıkıncaya kadar kendi çağdaşlarına ayetin ifadesi ile "nereye gidiyorsunuz"? (Tekvir, 26) diyerek tam 60 sene haykırdı.

 

Hayatı boyunca makam, mevki, mal, mülk, zevk ve sefaları elinin tersiyle iten, gece gündüz hiç durmadan "iman", "İslam", “ümmet”, “takva”, "uhuvvet", “gelecek nesiller”, “gençlik” ve “ittihad” diyen, ölüsü bile milyonlarca diriden daha etkili olan o zatı rahmet ve minnetle yad ederim.

Çağımızda en fazla ifrat ve tefritlere konu olan ve hakkı tam tevdi edilmeyen şahısların başında Bediüzzaman gelir. Bu kocaman mücahidi anlamak ve anlatmak, onun siyasi, sosyolojik, ruhi, ilmi ve felsefi taraflarını ortaya koymak bir yazıyı aşar. Üstad’ı ön yargılardan uzak anlamak isteyen onun aşağıda yer alan hayat hikâyesinin özetini okuması yeterlidir. Sözü Üstad’a ve vicdanınıza bırakıyoruz:

“Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!

Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da fedâ ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esâret zindanlarında yâhut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harblerde bir câni gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyâde, ölümü tercih ettim. Eğer dînim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.

Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehâmet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zâlim bir cebbâr, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar yâhut îdam sehpâsına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdânı zulümkârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve mâsumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.

İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felâket ve musîbetle geçti. Cemiyetin îmânı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı fedâ ettim; helâl olsun. Onlara bedduâ bile etmiyorum. Çünkü, bu sâyede Risâle-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin, yâhut birkaç milyon kişinin—adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti, belki daha ziyâde—îmânını kurtarmaya vesîle oldu. Ölmekle, yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar îmânın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun.

Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu. 25 milyon Türk cemiyetinin değil, yüzlerce milyon İslam cemiyetinin imanı namına bir Said değil bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmânını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistân olur”.

Tarihte birçok isim farklı nedenlerden ötürü ya tam anlaşılamamış ya istismar edilmiş ya da yanlış aktarılmıştır. Maalesef Bediüzzaman hakkında da aynı durum söz konusudur. Böyle devam etmesi takdirde ikinci anlam olarak “çağının teki” anlamında kullanılan “Bediüzzaman”ın, çağının yalnızı ve anlaşılamayanı anlamındaki “Ğaribüzzaman”a dönüşmesi muhtemeldir.

 

Ancak bu zat tüm ifrat, tefrit, istismar, tahrif ve ilgisizlikten daha "yüce"dir. Özellikle onun mirasına sırtını dönen, gölgesinden titreyen, ismini duyunca cin çarpmışa dönüşen ve üç beş klişe söz dışında onu anlamamakta ısrar eden bazı kesim veya bireyler tarafından anlaşılması ve hakkının verilmesi de mukadderdir.

 

Said’e bin selam olsun..

said-nursi-00007.jpg

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum