AB merkezi ihale finans birimi tarafından desteklenen, GAP bölge Kalkınma idaresi tarafından yürütülecek olan ‘Kadın ve Kadın sivil toplum kuruluşlarını desteklemek’ amacıyla 3 milyon Euro hibe programı hazırlanmış. Bu proje Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerinde uygulanacak. Bu projelerin amacı kadının toplumdaki eksikliğini telafi anlamında ‘pozitif ayrımcılık’ kavramı üzerinde temellendiriliyor.
Pozitif ayrımcılık nedir?
Toplumun genel yapısı içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı haklarından mahrum bırakılmış kişilerin, grupların mağduriyetlerinin telafisi için bu kesimlere özel bazı ayrıcalıklı şartların sunulması ile diğer kesimlerle eşit olma şansının sağlanması olarak tanımlanıyor, pozitif ayrımcılık. İlk söylendiğinde epey cazip gelen tanımın hayat bulduğu şartları ve bizim için ne anlam ifade ettiğini anlamak için bu kavramın doğduğu şartlara ve tarihine bir göz atmamız gerekiyor.
Bu kavramın anavatanı ABD. Kavramın hayat bulduğu daha doğrusu kaynaklara geçtiği yıllar 1960’ların sonları. Zenci ırkçılığını yaşandığı; bir zencinin memur, rütbeli asker, milletvekili, profesör olmasının mümkün olmadığı özgürlükler (!) ülkesi. Bütün yasakların kaçınılmaz olarak doğurduğu, bir haksızlığa karşı mücadele hareketi olan 1960’lardan itibaren Martin Luter King’in ve Malcolm X’in lideri olduğu İslami hareketin çabaları sonucu, Amerikalı yöneticilerin sorunun çözümü için oluşturulmuş bir çözüm yöntemi.
Amerika’da aynı yıllarda kadın hakları konusunda haksızlıklarla mücadele eden feminist hareketler de _kendi tanımlarına göre_ ikinci dalga hakların alınması süreci olarak, zencilerle birlikte ‘pozitif ayrımcılık’ yoluyla toplumdaki çifte standartların telafisi için bir yol olarak kabul görmüştür. Bu çerçevede belli iş alanlarında değil; bütün iş alanlarında yer almak, siyasette daha çok temsilci hakkı gibi konularda iyileştirmeler planlandı.
Bu iki kesimin kendilerini dayatması sonucunda Amerika’da devlet politikası olarak üniversitelerde öğrenci alımlarında beyazlara göre daha az puanla zenci öğrenci alımı sağlanması, Zenciler için vergi indirimi, çocuk yardımı gibi ekonomik teşvikler planlandı. Bu projelerin ne kadar işler olduğu ve sonuçları, o toplumun üyeleri ve toplumbilimcilerinin değerlendireceği bir sonuçtur.
İlk önce yukarıdaki bilgilerimizden yola çıkarak anlıyoruz ki, yöneten taraf yönettiği toplumda haksızlığa yol açan bir yönetim sistemine sahip olduğunu kabul ediyor. Bu haksızlığın ve mağduriyetin, mağdurlar tarafından isyana varan bir sonuca gittiğini görüyor. Ancak; o zaman sorunun çözümü için bir çabaya giriyor. Adını kendisinin koyduğu ve çoğu zaman da mağdurun da kabul ettiği süreci başlatıyor. Acaba iktidarlar bu yumuşatma hamlelerini yapmasa idiler, zenciler ve kadınlar bu gün ulaştıkları mesafeyi kat etmeyecekler miydi? Zenciler ve kadınlar o zamanın iktidarlarının lütufları sayesinde mi gelişme kat ettiler?
Türkiye’de pozitif ayrımcılık kavramı 2000’li yıllarda hissedilir şekilde gündemde olmaya başladı. Genelde hedef kitlesi de kadınlar ve özürlüler oldu. Siyasi taraflar anlamında pozitif ayrımcılık kavramını ise AK partinin ikinci dönem iktidarında başbakanın Kürd sorununa çözüm önerileri arasında Doğuya ekonomik yatırımları anlatırken söz konusu oldu. Ülkemizdeki bu kavramın işleyişi batıdakinden farklı bir yol izliyor. Batıda hak talebi kadın emekçilerin, feministlerin, kadın örgütlerinin kendini dayatması işleyen bir sürecin eşiğine gelinmesi sonucu, aynı şekilde zenci halkın temel hakları konusunda yoğun çabaları ve ödedikleri bedeller sonucunda sistemin verdiği tavizler olarak değerlendirilebilir.
Ülkemizde ise Kürd sorunu açısından sadece belli bir süre konuşulmuş, pozitif ayrımcılık olarak lanse edilen çalışmalar ise özel sektörü Doğuya yatırım yapmaya teşvik çalışmaları olarak hayat bulmuştur. Doğunun neden geri kaldığı sorgulaması dürüst bir şekilde yapılmadan yaralara derman(!) olunmaya çalışılıyordu. Bu şekliyle bile bu düşünce uzun sürmedi ve sonuçta AK parti iktidarı son süreçte, Kürd halkının ‘ıslah olmaz suçlular’ olduğuna kanaat getirdi. Islah etmek için de cezalandırmanın gerektiğine karar verdi ve bu kararını çeşitli şekillerde uyguluyor.
Kadın hakları konusunda Türkiye’de farklı bir yol izlenmiştir. 1934’de seçme ve seçilme hakkı tanındığından beri kadının kendisinin dayattığı haklar değil de oluşturulmak istenen ‘modern kadın’ profili için çalışmalar yürütülmüştür. Kadın haklarını; çalışan kadın, ezilen kadın değil de, elit kadın hakları örgütleri savunmuş ve kadının geri bırakılmasını nedeni olarak da dini ve geleneği hep suçlamıştır.
Ülkemizde kadınlar henüz kendi güçleri ile sorunlarını sorgulayıp, çözümleme gücüne sahip olmadıkları için kendilerine biçilmiş rolleri oynuyorlar. Henüz gerçek kadın işçi çalışanın mücadelesi veya ‘İslami kadın’ kalıbına sokulmuş ‘ev tipi’ model olmasına alternatif oluşturan inançlı bir kesim ya da bedeninin üstünden kendisine değer biçilmesine karşı çıkan ciddi bir hareket oluşmamıştır. Ne yazık ki kadınların sorunlarının ne olduğu ve çözümlerini iktidarların planları çerçevesinde şekilleniyor, ülkemizde. Bahsi geçen başlıklarda; işçi kadın örgütlenmelerde, geleneksel din inancının hurafelerinden sıyrılmaya çalışan Müslüman kadınlarda, fikirleri ve yetenekleri ile var olabilecek olduklarını dillendiren kadınların bazı çabaları mevcut ama bir güç oluşturduklarını söylemek zor.
Sömürü sistemlerinin ideal insan tanımı: beyaz, erkek, vücut bütünlüğü tam olan bireylerdir. Ekonomik, sosyal ve kültürel temellerini bu ön kabul üzerine inşaa ederler. Onun içindir ki, ‘pozitif ayrımcılık’ projelerinin muhatapları; koyu renkliler(zenciler, Kürtler, Meksikalılar…), kadınlar ve özürlülerdir. Haksızlıkları doğuran sistem eleştirisi yerine; sistem sahipleri, sorunların sonuçlarında iyileştirme(!) çabalarına girişirler.
Pozitif ayrımcılık kavramının çağrıştırdığı bir diğer nokta, normal şartlarda bu kesimlerin(mağdurların) eşit fırsatlar sağlansa bile kendi zeka ve yetenekleri ile bir şey başaramayacakları ve bu nedenle ‘onlar’ geçerken yol verme lütfünda bulunulması gerektiği düşüncesidir. Bunun bu şekilde algılanmasının yanlış olduğunu savunanlara bir soru: neden bu projelerin adları ‘hakların iadesi’ veya ‘sistemin hatadan dönüşü’ gibi sorumlulara dönük değil de, mağduru zan altında bırakan bir tanım.
Yukarıda değindiğim noktalar nedeniyle kadınlar ve özürlüler(Kürdler demiyorum çünkü onlar için pozitif ayrımcılık bile çok görülüyor) için yapılan iyileştirme planlarına karşı olduğum anlamına gelmiyor. Bu çalışmalar yeterli gelmeyen ve iyi niyetli olmayan çalışmalar olduğu için eleştirim.
Bir insanın bütün haklarını elinden aldıktan sonra, o insan talep ettikçe parça parça hakkın iadesi ‘iyilik’ değildir. Bu çalınanın iadesidir ve bu hakların yoksunluğu süresince telafisi imkansız kayıplar olmuştur tek tek bireylerde ve toplumun geleceğinde.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.