Orhan MİROĞLU

Orhan MİROĞLU

Star Gazetesi
Yazarın Tüm Yazıları >

A+A-

Türkiye’de insanları korkutarak, siyasi başarı elde etmenin artık mümkün olmadığının çoktan anlaşılmış olması gerekirdi.

Oysa “korku siyasetinden” umudunu kesmeyenler henüz bu gerçeğin farkında değiller.

Çok sayıda siyasi partimiz var. Ama bu partileri son on yılda olup bitenlerden korkanlarla, bu olup bitenleri yeterli görmeyip yola devam etmek isteyenler diye ikiye ayırmak yanlış olmaz.

Bu sınıflamada kuşkusuz, BDP öngördüğü siyasi programla farklı bir yerde duruyor, ama onun da sık sık dile getirdiği “tasfiye oluyoruz” söyleminin temelinde korkular yatıyor.

Korkuya tutunup kalmış partiler arasında kuşkusuz CHP’nin ayrı bir önemi ve yeri var.

CHP’den, bu seçimlerde de AK Parti’nin izlediği politikalara alternatif olabilecek yeni bir şey duymak mümkün olmayacak anlaşılan..

CHP öyle görülüyor ki, seçimlere siyasi sorunları gündemine alan ve AK Parti’nin başlattığı demokratikleşme hamlesini en azından sürdürmeye talip bir stratejisi yerine, yoksullara kaynağı belirsiz ödemeler vaat eden bir seçim stratejiyle girmeyi ve öbür konularda ise statükoyu kollayıp koruyan, Ergenekon camiasına ters düşmeyecek bir anlayışı öne çıkarmayı tercih edecek.

Dolayısıyla; kısa vadede Türkiye’nin çokça şikâyet edilen kutuplaşma ve toplumsal ayrışmadan uzaklaşması ve bu seçimlerin demokratik rejimlerde olduğu gibi, yeni siyasi program ve önerilerin seçmene sunulması üzerinden yapılması mümkün görünmüyor.

CHP korkacak ve korkutacak.

BDP de, “aman dikkat tasfiye oluyoruz” demeye devam edecek.

“Cumhuriyet elden gidiyor” diye korkanlar ve korkutanlar ile “tasfiye oluyoruz” diyenlerin yegâne rakibi AK Parti iktidarıdır.

Dolayısıyla her iki taraf için önemli olan, seçimlerde AK Parti’nin yenilgiye uğramasıdır.

CHP, “Cumhuriyet elden gidiyor ve İslamcıların devleti kuruluyor” korkusundan medet umuyor.

BDP de “Bu kadar büyük emekle yarattığımız mücadelemiz tasfiye oluyor” korkusunu yaymanın, AK Parti karşısında işe yarayabileceğini düşünüyor.

Peki, çoğunun üstünden epey zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün bize acı veren travmalara dönüşmüş acaba hangi korkularımız, tecrübe edilmiş ve yaşanmış olaylardan kaynaklanıyor?

Yani hangi korkular sahici ve hangileri sırf propaganda ve siyaset malzemesi olmaktan ibaret?
Sahici korkularla, sahici olmayan, üretilmiş korkular arasında ne gibi farklar var?

İnsanların hafızasında bir karşılığı olan, yaşanmış deneyimlerle tanımlanabilen ve belirlenebilen korkuları var toplumun.

Bu inkâr edilemez tabii.

Ama bir de bunun tersi var, yani sahici olmayan, geçmişte yaşanmış bir tecrübeye dayanmayan ama siyasetin malzemesi haline getirilmiş, yani imal edilmiş korkular var.

Güncel ve tartışılan bir konu olduğu için adını zikretmenin sakıncası yok, ODATV’nin yayınlarında, çeşitli filmlerde, son yıllarda sayısı artan kitaplarda, köşe yazılarında, nefret suçları işlemeyi göze alarak üretilen korkular aslında geçmiş bir tecrübeye dayanmayan, toplumun herhangi bir tarihî süreçte yaşamadığı ve tecrübe etmediği sanal korkulardır.

Ama sinemadan edebiyata, edebiyattan tarihe, bütün imkânlar, bütün iletişim araçları kullanılarak üretilen bu korkular toplumun gerçeklikten kopartılarak, tam anlamıyla ulusal ve sosyal bir tecrit yaşamasını sağlamaya hizmet eder.

Üretilen korkuların araçları arasında sayılabilecek yığınla film senaryosu, roman ve tarih anlatısında geçen Yahudi, Kürt, Ermeni ve Arap halktan kişiler Türkleri sömürgeleştirmek ve Türkiye’yi ele geçirmek isteyen tipler olarak anlatılır.

Bu ‘eserlerin’ yazarları, senaristleri, bu kişileri, insanlıktan nasibini almamış ve her an Türklüğe ihanet edebilecek, Türkleri arkadan hançerleyecek kimseler olarak tasvir ederler.

Son on yılda kaleme alınan ve her biri yüz binlerce nüsha satan bu türden kitaplara, milyonlarca seyirciye ulaşan filmlere bakıldığında, Türkiye’nin askerî vesayete, statükoya karşı yürüttüğü demokrasi mücadelesinin aslında bir “Türkiye mucizesi” olduğunu kabul etmek lazım.

Ama siyasetle meşgul olanların dikkate alması gereken bir de sahici korkular var. Darbeler tarihi bakımından zengin bir tarihe sahip bu ülkede insanlar, mesela yeni darbelerden korkarlar. Bu korku üretilmiş bir korku değildir. Sahici bir korkudur.

Çünkü on yılda bir gelen darbeleri kimse unutmuş değil. İnsanlar, idamları, işkenceleri, gözaltında kaybolmaları, cezaevlerinde ölümleri ya bizzat yaşadılar ya da tanık oldular.

Yassıada, Sivas Toplama Kampı, Diyarbakır, Metris ve Mamak cezaevleri sanal değil, her biri apayrı hakikate sahip, sahici mekânlardır.

Süryaniler, Ermeniler, Aleviler ve Kürtler, toplu katliamlara yeniden uğramaktan korkarlar. Çünkü bu topluluklar bu ülkede büyük-küçük sayısız katliamlar yaşadılar.

Hafızaları, yasları ve acıları bu bakımdan çok taze.

Bana kalırsa, toplumun AK Parti’ye yönelmesinin temelinde, bu sahici korkuların büyük payı var.

İttihatçılık, Ermenilerin ve Süryanilerin; sonrasında da Kemalizm, Kürtlerin hafızasında sahici olarak yer etmiş felaketleri yaratan siyasi anlayışlar ve iktidar süreçleri olarak yer alır.

Doksan küsur yılda bu bakımdan önemli bir değişim yaşanmadı.

Ve 90 küsur yıl sonra Kemalizm ile arasına mesafe koyarak siyaset yapan bir parti, Türkiye için, Kürtler için önemli bir parti haline geldi.

General Alpdoğanların harekât alanı Dersim’den, Yeşil gibi JİTEM cellâtlarının yönettiği Dersim’e geldiğimiz bir evrede bir parti çıktı ve bu süreci durdurdu, tersine çevirdi.

Hâlâ önemli ve çözüm bekleyen sorunlar var tabii. Kürt sorunu çözülmüş değil.

Ama Kürt sorunu gibi devasa bir sorunun da, bu ülkenin de kaderi artık askerlerin elinde değil. Bunu biliyoruz ve ortak hafızamız, bu hafızanın barındırdığı sahici korkular bize bunun önemli ve değerli bir şey olduğunu söylüyor. Son yazı perşembeye..

Taraf

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.