Müfid YÜKSEL

Müfid YÜKSEL

Yenişafak
Yazarın Tüm Yazıları >

A+A-

beyleri de aşiret mensuplarıyla bunlara katılır. Diyarbakır (Amid) halkı da safevilere karşı direndiğinden, Diyarbekir kısa zamanda safevilerden temizlenir. Buradan kaçan safevi taraftarları Mardin’e kaçarlar. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî yanındaki kürt bey ve askerleriyle birlikte bizzat Mardin üzerine yürür. Ve şehrin kuşatılmasını idare eder. Mardin halkına va’z u nasihat eden İdris-i bitlisî halkı şehri teslim etmeye ikna eder ve şehir teslim alınır. Şehrin teslim alındığını gören Karahan, taraftarlarıyle Sincar tarafında bir kaleye kaçarak burayı tahassun eder. Yavuz Sultan Selim de İdris-i Bitlisî ve kürt beylerine, hil’at ve büyük hediyeler gönderir.

(Hoca saadeddin, Tâcu’t-evârih, 1992:IV; Solakzâde,1297:365-374;Müneccimbaşı, 1975:2/456-474)

O sıralarda Bıyıklı mehmed Paşa ile Şâdî Paşa’nın arası açılır. Şâdî, Padişahtan, Amid’den öteye geçme konusunda emir almadıklarını bildirerek eyâlet askerlerini alarak Amasya’ya geri döner. Durumdan haberdar olan İdris-i Bitlîsî, Amid’e dönüp kışlamaya karar verir. Bıyıklı Mehmed Paşa ve Kürt beyleriyle birlikte Amid’e dönüp, kaleyi müstahkem hale getirirler. (Müneccimbaşı, 1975:2/474-475;Solakzâde,1297:380-381)

Şah İsmail’in bölgedeki eyâlet valisi olan Karahan, Osmanlı askerleri ile Kürt aşiret askerlerinin çekildiğini duyunca, yanındaki askerlerle Mardin’e dönüp şehri zorla tekrar ele geçirir. Bunun üzerine şah İsmail de, Hemedan hakimi Yegân ile Kelhor hakimini askerleriyle birlikte Kerkük yoluyla Karahan’ın yardımına gönderir. Zira, diğer yollar kürt beyleri tarafından tutulmuştu. (Müneccimbaşı, 1975:2/475)

Bıyıklı Mehmed Paşa durumu Sultan’a arzeder, Sultan da Şâdî Paşa’ya kızıp tüm vazifelerinden alır. Karaman Valisi Boşnak Hüsrev Paşa’yı yardım için gönderir. Ayrıca kapıkulu askerlerinden bir miktar yeniçeri de gönderilir. Yeniçeriler Amid yolunda iken, Kemah hakimi Ahmed Bey’in teşvikiyle, Harput ve Ergani’yi de Şah İsmail taraftarlarının elinden alırlar.(Solakzâde, 1297:374-375)

Bıyıklı Mehmed Paşa Karahan’ın üzerine öncü kuvvetler gönderir, ancak taktik hatası yüzünden Karahan’ın askerlerinin pususuna düşüp şehid olurlar. Bunun üzerine gelen yardımı bekleyen Mehmed Paşa, yardım gelince Karahan’ın üzerine yürüdü. İki ordu Eski koçhisar yakınlarında karşı karşıya gelir. Osmanlı askerleri arasında toplara sahip ikibin civarında yeniçeri bulunmaktaydı. Ordunun sağ kanadında ise Karaman ve Anadolu beyleriyle yardıma gelen Boşnak Hüsrev Paşa altıbin süvarisiyle bulunmaktaydı. Sol kanatta ise Kürt aşiret bey ve ağalarıyla birlikte kırk bin civarında Kürt savaşçısı durmaktaydı. Bu kürt savaşçılar bizzat İdris-i Bitlisî tarafından komuta edilmekteydi. Karahan’ın ordusunda ise Şah ismail’in yardıma gönderdiği Türkmen-Kızılbaş beyleri ve savaşçıları ile Gürcü savaşçılar yer almaktaydı. Çarpışmada ilkin Karahan’ın ordusu, Boşnak Hüsrev Paşa’nın askerlerini bozup ikiye yardı, bunun üzerine zülkadirli askerleri ric’ate yüz tuttu. Ancak, idris-i Bitlisî Kürt savaşçılarla yeniçerilere Karahan’ın ordusu üzerine son bir hamle yaptırdı. Bu sırada Karahan yeniçerilerin tüfenginden çıkan bir kurşunla can verir. Safevî askerleri bozgunla karşılaşır. Karahan’ın askerlerinin büyük çoğunluğu savaş meydanında telef olur. Kurtulabilenler Mardin tarafına kaçar, bunların Sincar tarafına kaçanları, yeniçeri ve kürt savaşçılarca takip edilerek telef edilir. Karahan’ın Şah İsmail’in kızkardeşi olan eşi bazılarıyla kurtularak Tela’fer ve Musul yolu ile Tebriz’e kaçmayı başarır. Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisî ile birlikte Mardin üzerine yürür ve tekrar Safevîler’in eline geçmiş olan şehri tekrar kuşatırlar. Şehir halkı, mevlâna İdris’le daha önce yapmış oldukları ahde uyarak şehri teslim ederler. Ancak Karahan’ın kardeşi olan Süleyman Bey adamlarıyla kaçarak şehrin kalesine sığınıp bu kaleyi kapatırlar. Kaleyi canla başla savunarak teslim etmezler. Kuşatma bir yıldan fazla sürer. Bu sırada ise Osmanlı- Memlüklü çatışması baş gösterir. Acem diyarına yeni bir büyük sefer için Ordu hazırlayan Yavuz Sultan Selim , Şah İsmail ile anlaşan Memlüklülerin engellemeleriyle karşılaşır. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Memlük ülkesine sefer düzenlemeye kara verir. 1516 tarihinde büyük bir ordu ile gidilir. Antep, İskenderun ve Halep yöreleri zabtedilir. Osmanlı Ordusu Memlüklü Çerkes hükümdarı Kansu Gavri’nin ordusu ile Merc-i Dâbık yakınlarında karşılaşır. Savaşta, Memlük-Çerkes ordusu bozulur bu savaş sırasında, hükümdar Kansu Gavrî namaz kılarken secde üzerinde, bir Osmanlı askeri tarafından şehid edilir. Ardından Yavuz Sultan Selim, Şam’a girer ve tüm Suriye ve Filistin zabtedilir.

(Solakzâde, 1297:375-396; Hoca Saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/231-308)

Bu sırada, Mardin kalesinin henüz zabtedilmediğini ve Karahanın kardeşi Süleyman Bey’in burada direndiğini öğrenen Yavuz Sultan Selim yeniden top ve tüfengli askerler gönderir, nihayet kale fethedilir. Boşnak Hüsrev Paşa Kalede direnenleri Süleyman Bey başta olmak üzere tamamen kılıçtan geçirtir. Ustacluoğlu Muhammed’le Karahan’ın kardeşi olan Süleyman Bey’in kesik başını Padişah’ın katına gönderir. Aynı zamanda Diyarbekir civarında bulunan diğer savefilerin elinde bulunan kalelerde, o yıl içerisinde bir bir alınır. O sıralarda, memleketi safevilerce elinden alınıp, Şah İsmail tarafından zindan’a atılmış olan Hasankeyf Emiri Melik halil El-Eyyubî, zindandan kurtulduktan sonra memleketine gelerek önce Siirt’i safevilerden kurtarır. Ardından, İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşa’nın tüm seferlerinde yanlarında bulunur. Mardin kalesinin zabtından sonra, Hısnkeyf’in tekrar zabtı için yardım ister. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî, Osmanlı askerleri ve Kürt savaşçılardan oluşan büyük bir ordu ile Hısnkeyf’e yönelir. Yavuz selim’in emriyle, kuşatmayı bizzat komuta eder. Sonunda zafer elde edilir ve şehir kalesiyle birlikte zabtedilir. İdris-i Bitlisî, Melik Halil’i bizzat kendisi beylik makamına oturtur. Ve buranın işlerini düzene koyana kadar burada kalır. (Hoca Saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/248-258; Müneccimbaşı, 1975:2/ 477-479; Solakzâde,1297:382-383; Uğur, 1984; Selim Şah-Nâme, 2001; Göyünç,1991:15-34)

Mevlâna İdris, Kürd havalisini Osmanlılara iyice bağladıktan[9] sonra, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılır. Padişah’ın Merc-i Dâbık Seferi sırasında Bıyıklı Mehmed Paşa Padişah’ın emriyle Diyarbekir’den gelerek bu sefere katılması istenir. Bıyıklı Mehmed Paşa’nın sefere iştirakiyle Diyarbekir ve çevresinin idaresi vekaleten İdris-i bitlisî’ye verilir. Merc-i dâbık zaferinin ardından Bıyıklı Mehmed Paşa Padşah’tan izin isteyerek Diyarbekir’e avdet eder. Burada İdris-i Bitlisî’nin gördüğü teveccühü hazmedemeyen Mehmed Paşa, I. Selim’e bir mektup yazarak ya kendisinin ya da Mevlâna İdris’in Diyarbekir’den alınmasını talep eder.[10] Bunun üzerine padişah, İdris-i Bitlisî’ye kendi maiyyetine katılması konusunda emirnâme gönderir. Padişah Mısır seferi sırasında Şam’da iken İdris-i Bitlisî, burada padişah’a mülâki olur. (Kırlangıç, 2001:1011; Bayrakdar,1991:10) Bu sefer sırasında da, padişah’a müşavirlik yapar, Mısır’ın zabtından sonra bura idaresinin yeniden inşasında fikirlerine başvurulur. Hatta Mısır’ın ne surette idare olunabileceğine dair Padişah’a bir layiha arzeder. Kahire’de bulunduğu sırada başta İbrahim Gülşenî olmak üzere birçok mutasavvıf ve alim ile mülâki olur. (Muhyî-yi Gülşenî, 1982:166,352-355)

İdris-i Bitlisî Mısır’ın fethinin akabinde Mısır’da kalır ve burada Hayâtu’l-Hayavân tercümesini tamamlayarak padişah’a sunar. Bunun yanısıra, Padişah’ın emriyle , Mısırın fethini konu alan bir Fetihnâme kasidesi kaleme alır. Bu Fetihnâme Selîm Şah-nâme adlı eserinde mevcuttur. (Kırlangıç, 2001: 11; İdris-i Bitlisî, Selîm Şah-Nâme, 2001:354-365)

Mısır’da kaldğı dönemda itibarlı bir mevkide olan Mevlâna İdris, Mısırdaki Osmanlı idarecileri ve Rumeli kazaskeri Zeyrekzâde’nin bazı haksız uygulamalarından rahatsız olan halkın şikâyet yeri olur. Kendisine pek çok şikâyet ulaşan İdris-i bitlisî, sonunda dayanamayarak sitem dolu bir kasideyi padişah’a sunar. Bu kaside karşısında onun bir câize beklentisi içine girdiği zehabına kapılan Sultan Selim ona bin altın flori bağışlar. Bu ödüle hiddetlenen, Mevlâna İdris bunu vezirler aracılığıyle padişah’a iade eder. Padişah’a bu iletilince, İdris-i Bitlisî’nin İstanbul’a gidecek donanmayla, geri dönmesini emreder. Bunun üzerine İdris-i bitlisî de donamayla İstanbul’a döner. (Hicabi Kırlangıç, 2001: 11-12) Oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi, Selim Şah-Nâme’nin zeylinde bunu şöyle anlatır:

“ Bu gemiler Mısır’dan yükledikleri eşya ve mallarla tekrar asıl mekânları olan İstanbul’a yönelip ilâhîinâyet rüzgârıyla güven ve selâmet diyarına vardılar. Nazm:

Denizler ve karalar emriyle zabt edilince denizden ve karadan şer yok oldu.

Mısır ve Resid mallarıyla dolu selâmet yükü Mersa’ya ulaştı

İstanbul Mısır mallarıyla doldu, durumu anlatmaktan kâlem aciz kaldı

Kutlu donanmayla gönderilmiş olan merhum babam , ikbâl sahibi Sultan’ın birliklerinin Mısır ve Şam seferinin ardından saltanat diyarı İstanbul’a gelişine kadar günden güne artan devletin devamı için dua etmekle meşgul oldu. Sultan’ın hilafet diyarına gelişinden sonraysa türlü türlü iltifat ve şereflendirmelerle taltif edildi. (Selim Şah-Nâme, 2001:367)

İstanbul’a döndükten sonra kendini bir yandan ibadete veren diğer yandan, Hepşt Behişt’e ilâve olarak Selim Şah-Nâme’yi yazmakla meşgul olan İdris-i Bitlisî bu kitabını tamamlayamadan. Sultan I. Selim’in vefatından yaklaşık iki ay sonra vefat eder. Sultan I. Selim, 9 Şevval 926 tarihinde Cumartesi gecesi (22 Eylül 1520) şirpençe hastalığından vefat eder. (Müneccimbaşı, Erünsal Tercümesi, 1975:2/502; Selim Şah-Nâme, 2001: 61; Hoca saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/358-359; Solakzâde, 1297:424;). İdris-i Bitlisî ise, oğlu Ebu’l-Fazl’ın Selim Şah-Nâme’nin mukaddimesindeki kayda göre, 7 Zilhicce 926 (18 kasım 1520) tarihinde vefat etmiştir. (Selim Şah-Nâme, 2001:61). İdris-i Bitlisî, Eyüp Gümüşsuyu Bülbülderesi tarafında, kendi adıyla anılan İdris Köşkü nâm mevkide, kendi hayrı olan mektep ve çeşmenin karşısında yer alan, zevcesi Zeynep Hatun’un hayrı olan Camiin yakınında set üstünde defnedilmiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/263; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/7)[11]Bilahare yenilendiği anlaşılan silindir şeklindeki muahhar mezar şahidesinde şu kitâbe mevcuttur:

Kutbu’l-‘Ârifîn

Merhûm ve mağfûr leh

İdris Efendi

Ruhiyçun El-Fatiha

(Kitâbede tarih yazılmamıştır)

Bunların yanısıra İdris-i Bitlisî aynı zamanda üstün nitelikli bir hattat olup, Dîvânî, sülüs, nesih ve ta’lik yazılarında mahir idi. Hatta, Koca Mustafa Paşa-Sünbül Efendi Camiinin ana kapısının sol taraf kitabesini yazmıştır. Yanısıra, yine baş kapıda yazılı Arapça tarihi söylemiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/162, 263; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/8; Bayrakdar, 1991:57,98)

İdris-i Bitlisî’inin birden fazla çocuğunun olduğu bilinmesine rağmen sadece biri tanınmıştır. Defterdar olan oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi, Doğum tarihi bilinmeyen bu zât da babası gibi âlim olup şöhret bulmuştur. Genç yaşta ilmiye sınıfına dahil olan Ebu’l-Fazl Efendi 912 tarihinde Bursa Sultaniye Medresesi müderrisi Kâdî-yi Bağdâdî’ye mu’îd olur. Kanunî Sultan Süleyman devrinde dîvân azâlığı ve Semendire, Tırhala, Yenişehir, Manisa ve Trablusuşşam’da kadılık yapmıştır. nihayetinde de, 949/1542 tarihinde, İstanbul Rumeli defterdarlığına tayin olunmuştur. 974/1566-67 tarihinde de baş defterdar olur.[12] Üç yıl sonra Padişah’ın bir hükmüne karşı çıkarak istifa eder. Ömrünün geri kalanını denize nâzır evinde ilim ve ibâdetle geçiren Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi bazı kaynaklara göre 982/1574-75 tarihinde vefat edip Tophane sırtlarında kendi nâmına yaptırdığı Camiin haziresine defn olunmuştur. (Muhyî-yi Gülşenî,1982:79,166; Peçevî, Tarih-i peçevî,1283:1/42; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/8-9; Bayrakdar, 1991:12; Kırlangıç, 2001:24; Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65;Şerefhan,Şerefnâme,1860:1/344; Öz,1997:2/19;Babinger,1992:106-17)

Çeşitli Kaynaklarda Ebu’l-Fazl’ın vefat tarihi ve defnedildiği yer konusunda çelişkili bilgiler yer almaktadır. Hadîkatu’l-Cevâmi’ vefat tarihini 971 olarak belirtmekte ve mezarının Tophane’deki camiinin ön tarafında yola nâzır olduğunu kaydetmektedir.

(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65). Şekâik Zeyli ‘Atâî’de onun Cami ve türbesini bina ettikten sonra gördüğü rüya üzerine Hacc’a azîmeti esnasında 982 tarihinde Şam’da irtihal eylediği yazılmıştır. (Bursalı Mehmed Tahir,1342:3/8)

Ebu’l-Fazl Mehmed efendi de Babası, İdris-i Bitlisî gibi, Kürtçe ve Türkçe dışında Arapça ve Farsça’ya da tam bir vukufiyeti olduğundan, bu yönde eserler vermiştir. Çeşitli kaynaklarda 9 kadar eserinin ismi zikredilmiştir. Eserleri büyük bir bölümü tercüme olmak üzere Tefsir, Kelâm, Tarih, Tasavvuf, Şiir ve siyasetle ilgilidir.

Ebu’l-fazl Efendi babasının eksik kalan Selîm Şah-Nâme’sini 974/1567 senesinde tamamlamış, Farsça Osmanlı Tarihi olan 12 fasıl üzereTarih-i Ebu’l-Fazl’ı yazmıştır. Hüseyin Vâiz El-Kâşifî’nin tefsirini Türkçeye tercüme etmiştir. Bunun bir nüshası Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesindedir.(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:9;Bayrakdar,1991:12-14; Kırlangıç,2001:24-25)

Ebu’l-Fazl Efendi, Tophane sırtlarında kendi nâmına bir de cami yaptırmıştır. Cami 961/1553 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.Kesme taş duvarlı, Fevkânî, Ahşap çatılı ve İç kubbeli, Dikdörtgen planlı, son cemaat yeri ve tek şerefeli minareye sahip olan Cami 1912 yılında yangın geçirmiş. 1916’da yıkılmış. 1950’li yıllarda tamamen arsa haline gelen camiin haziresindeki mezarlar bu tarihlerde, sahilde yer alan Kılıç Ali Paşa Camiinin haziresine nakledilmiştir. Ebu’l-Fazl Efendi’nin mezar şahidesi de burada bulunmaktadır. Deftedar Ebu’l-Fazl Efendi’nin ölüm tarihi ve defnedildiği yer konusunda kaynaklarda ihtilaflar olup bazı kaynaklarda Defterdar Camii’ndeki şahidesinin tarihten hâli olduğu kaydedilse de, Kılıç Ali Paşa Camii haziresine nakledilen açık türbede yer alan Mezar şahidesinde Sene 961 Tarihi rahatlıkla okunabilmektedir.(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65;Mehmed Raif, Mir’ât,1314:367-368; Öz,1997:2/19;Öneş,1998:376;Ülgen, 1989:46,160). Silindirik olan bu mezar şahidesindeki Kitâbe şu şekildedir:

Hazihi[13] Sahibu’l-Hayrât Ve’l-Hasenât

El-Merhum Ve’l-Mağfur leh

Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi’nin

Ruhiyçun El-Fatiha

Sene 961

Defterdar yokuşu, İtalyan Hastahanesi karşısında yer alan cami, son yıllarda, yeniden, asıl mimarisine uygun olarak ihya edilip ibâdete açılmıştır.

Ebu’l-Fazl Efendi’nin iki yetişkin çocuğu, kendisi henüz hayatta iken denizde akıntıya kapılarak boğulur. Şerefnâme’ye göre, Ebu’l-Fazl’ın bu iki çocuğu Fırtınalı bir günde, İstanbul yakasına geçmek için Galatadan gemiye binerler, ancak geminin batması sonucu, boğularak hayatlarını kaybederler. Bunu edebî bir dille ifade eden Şerefnâme’de bunlar hakkında manzum bir mersiye de yer alır. Şerefnâme’ye göre, Ebu’l-Fazlın başkaca erkek çocuğu bulunmadığından nesli kesilir (Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/344)

[email protected]

hinishaber.net

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.