1. YAZARLAR

  2. Hilâl Kaplan

  3. Başkanlık sistemine doğru
Hilâl Kaplan

Hilâl Kaplan

Yenişafak
Yazarın Tüm Yazıları >

Başkanlık sistemine doğru

A+A-

2007 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri, daha öncekilerde olduğu gibi siyasî kriz ortamında geçmişti. Hâlen askerî vesayetin sürdüğü ülkede, Genelkurmay Başkanlığı’ndan ‘özde laik cumhurbaşkanı’ istendiğine dair açıklamalar geliyor, eşi başörtülü olan bir aday istenmediği çeşitli vesilelerle vurgulanıyordu. Nitekim ulusalcı çevreler de sokaklara çıkmış, ‘Cumhuriyet mitingleri’ adı altında hükümeti tehdit etmekten orduyu göreve çağırmaya kadar geniş bir yelpazede siyaset kurumuna baskı yapmaya çalışıyordu. Bu süreçte Anayasa Mahkemesi de, daha önce hiçbir emsali olmayan bir karar alarak cumhurbaşkanının seçilebilmesi için 367 vekilin Meclis'te hazır olması gerektiğine hükmetmişti.

27 Nisan 2007 geceyarısı TSK da bu konuda bir muhtıra yayınlayınca, Türk siyasî tarihinde ilk kez bir hükümet orduya karşı cevap verdi ve ülkeyi erken seçime götürdü. İşte bu seçimlerde 2002’de oyu %34 olan Ak Parti, tam %47 oy aldı. Seçim ertesinde Abdullah Gül, Meclis'ce cumhurbaşkanı seçilse de her Cumhurbaşkanlığı seçiminde benzer sorunlar çıkacağını öngören Ak Parti, referanduma giderek cumhurbaşkanını halkın seçmesi seçeneğini halk oyuna sundu. %69 gibi büyük oy oranıyla kabul gören bu uygulama sayesinde, geçtiğimiz sene Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.

Ancak bu sefer yine Türk siyasî tarihi açısından bir ilk yaşanıyordu. Zira ilk defa hem Cumhurbaşkanı’nı hem de Başbakanı halkın seçeceği seçimlerin olacağı bir döneme giriliyordu. Nitekim Ak Parti 2015 seçimlerini kuvvetle muhtemel kazanacak ve Davutoğu bu sefer atanmış değil, seçilmiş bir Başbakan olarak göreve başlayacak.

Bunun mevcut parlamenter sistemde bir anomali oluşturacağını öngören Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden çok önce ve 2011 seçimlerinden itibaren sistematik olarak Başkanlık sisteminin gerekliliğini vurguladı. Nitekim 2013 yılında, meclisteki partilerin her birinin sunduğu yeni anayasa taslaklarına bakıldığında Ak Parti’nin Başkanlık sistemine geçişi formüle etme çabası da görülebilir.

Mevcut durumda, Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın vizyonu tam uyum içerisinde olduğundan de facto bir başkanlık sistemiyle yönetildiğimiz söylenebilir. Şu anda elbette Erdoğan, 1982 anayasasındaki yetkilerinin dışına çıkmıyor.Fakat kendisinin Ak Parti vizyonu üzerindeki tartışılmaz otoritesi düşünüldüğünde bu çıkarımı da yapmak durumundayız. Soru bu de facto durumun de jure olana nasıl yansıyacağıdır.

Ak Parti, 2015 seçimlerine başkanlık sistemini getirmeye niyetli olduğunu tekrar vurgulayarak girecek. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın açıkladığı gibi Başkanlık sistemindeki farklı modeller bu süreçte tartışılacak. Ak Parti’nin nasıl bir yetki-denetim dengesi gözettiğini hep birlikte göreceğiz. Lakin kesin olan iki nokta var: Birincisi, bu sistem değişikliğini Ak Parti’nin referandumda anayasa değişikliği çerçevesinde yapmak zorunda olmasıdır. Propaganda edildiği gibi otoriter bir ‘tek adam’ sistemini Türk halkı kabul etmeyeceğinden, Ak Parti de yetki-denetim noktasında, mevcut sistemden daha geri bir planı öne sürmeyecektir. İkincisi ise, Erdoğan’ın, halk desteği sürdüğü müddetçe, Türk siyasî hayatının merkezindeki rolünü devam ettirecek olmasıdır. 

Muhalefet partileri, cumhurbaşkanını halkın seçtiği bir sistemin kurulmasına katkılarını ta 2007’den bu yana görürlerse, gelmekte olanı kabullenip yeni sistemin inşa edilmesine katkı sunabilirler. Üstelik bu sandıkları gibi bir felaket de değil. Zira 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kristalleşen CHP-MHP ittifakı, tam da başkanlık sisteminin öngördüğü, iki farklı siyasî kanadın rekabeti olarak ortaya çıkmıştı. Şayet muhalefet safları daha sıklaştırır, bu çok parçalı dağınık görünümden kurtulur ve topluma daha hitap eden yapıcı, umut veren bir çizgiyi benimserse, 2014’te %52 ile Cumhurbaşkanı olan Erdoğan ve onun temsil ettiği siyasî kanada alternatif üretme ihtimalleri artar.

Önceki ve Sonraki Yazılar