1. YAZARLAR

  2. Cevdet AKBAY

  3. Barış Süreci… Dokunan Yandı 1
Cevdet AKBAY

Cevdet AKBAY

Hurhaber Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Barış Süreci… Dokunan Yandı 1

A+A-

“(…) Benim kanaatim hastaneye ölü olarak geldiği ve bütün müdahalelere rağmen geri döndürülmediği yönündeydi. Benim gördüğümde hiçbir canlılık emaresi yoktu. Nabız ve tansiyon alınamıyordu. Göz pupilleri dilate olmuştu. El ve ayaklarda morarma başlamıştı, idrarını da kaçırmıştı. Benim gözlemime göre hastaneye getirildiğinde en az 20-30 dakika önce ölmüştü, veriler bu durumu gösteriyordu. Ben gördüğümde rahmetliye ne Köşk’te ne de ambulansta hiçbir müdahale yapılmamıştı. Ambulansta hiçbir donanım yoktu…”

Okuyunca göz yaşlarıma hakim olamadığım bu paragraf, Rahmetli Turgut Özal’ın ölümünü inceleyen Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) hazırladığı rapordan alındı (http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk51.pdf). İfadeler, Özal’ı Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde ilk karşılayan, hastanenin acil servisinde nöbetçi olarak görev yapan Dr. Aysel Paşaoğlu’na ait.

DDK raporu, devletin en tepesinde bulunan bir insanın Çankaya’da nasıl yalnızlaştırılarak cepe çevre sarıldığını ve sistematik olarak ortadan kaldırıldığını gösteriyor.

Cankaya’daki acil durum çantası kaybedilmiş... Herhangi bir doktor müdahalesi olmamış... Hiçbir müdahale yapılmadığı gibi kullanılan ambulans da acil durum için kasıtlı olarak yetersiz bırakılmış…

GATA aranmış, orada hazırlık yapıldığı halde yolda araba hiçbir hazırlığı olmayan Hacettepe’ye yönlendirilmiş. Kısacası, Özal’ın kurtarılamaması için herşey planlanmış; ölmesi için en ince detayına kadar bütün hazırlıklar yapılmış.

Özal, Derin Devlet dediğimiz gayri meşru, kirli ve karanlık yapı tarafından planlı, organize bir cinayetle ortadan kaldırıldı. Bundan hiç bir şüphem yok. Derin Devlet’le kanı uyuşmayan bir halk adamıydı o.

Memleketin kılcal damarlarına kadar girip milletin kanını emen; kirli entrika ve oyunlarla miletin emeğini sömüren ve istikbaline ipotek koyan; resmi ve gayriresmi elemanlarına tırmandırdığı terörle milletin kanı ve gözyaşları uzerinen kendisine kirli bir saltanat kuran Derin Devlet’ten raharsızdı Özal. Canı pahasına dahi olsa Derin Devlet’le mücadele etmekte kararlıydı.

Derin Devlet de ondan hazzetmiyordu. İktidarı ona bırakmamak, memleketi yönetemeyecek şekilde elini zayıflatmak için, hatta canına kasdetmek için her fırsatı kolladı.

Özal’ı iktidarsızlaştırmak için, Derin Devlet’in ona karşı kullandığı en güçlü silah o günün şartlarında PKK’ydı. İktidara geleli henüz bir yıl olmadan 1984’te Şemdinli ve Eruh’ta devreye soktu PKK’yi (sırası gelmişken, 1998’de ilan edilen ateşkes kararını 2004’te PKK’ye bozduran iradenin de Derin Devlet olduğuna inandığımı da not etmeliyim).

PKK’nin, siyasi iradeyi zayıflatıp Derin Devlet’in güdümündeki militarist güçlerin elini güçlendiren bu ilk silahlı saldırısıyla ilgili su ilginç bilgiler, savaş sürecinin kimin eseri olduğu, barış sürecinin kimler tarafından yıllarca engellendiği hakkında bilgi veriyor:

Eruh saldırısından sonra el bombasının parçalarını inceleyen bomba imha uzmanı Komiser Nazmi Nuri Çelik, patlatılan bombanın seri numarasını ve bu bombanın Silahlı Kuvvetler envanterinde kayıtlı Makine Kimya Endüstrisi (MKE) yapımı olduğununu tespit etmiş.

Komiser Çelik, yakalanan PKK’lilere “MKE yapımı bombaları nereden aldınız?” sorusu sorunca, İl Emniyet Müdürü Mustafa Tatar’ın “Bombacı, böyle sorular soramazsın. İşi karıştırma!” tepkisiyle karşılaşmış.

Komiser Çelik işin peşini bırakmamış. Bombanın seri numarası ile birlikte Genelkurmay’a resmi yazılar yazıp “Bomba kime zimmetlidir? Bombayı silah deposundan kim çıkarmıştır? Kime vermiştir? Ordu envanterindeki el bombası PKK’nın eline nasıl geçmiş? MKE’den bu bombaları örgüt mü çalıyor; subaylar mi örgüte veriyor? Bombayı kim patlatmıştır?” gibi sorular sorsa da resmi yazılarına hiç cevap verilmemiş. Cevap verilmediği gibi, amirlerinden “Bu işin peşini bırak, yoksa çok yaşamazsın!” gibi ikazlar almış.

Derin Devlet, devlet malı/MKE yapımı bombalarla PKK’lilere bomba patlatarak savaş sürecini başlattı. Hükümet, Eruh ve Şemdinli saldırılarından birkaç sene sonra, tırmanan terör sebebiyle OHAL ilan etmek zorunda kaldı (1987).

İlginçtir, OHAL kanunu, Özal hükümeti kurulmadan (13 Aralık 1983) sadece birkaç hafta önce (25 Ekim 1983'te), Derin Devlet’in güdümündeki darbeciler tarafından kabul edildi (http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/652.html). Anlaşılan Derin Devlet, savaş sürecini başlatma kararını önceden almış, hazırlıklarını ona göre yapmış.

Derin Devlet’in başlattığı kirli savaş ve insanlık dışı OHAL uygulamaları, Derin Devlet’in güdümündeki militarist güçlerin elini güçlendirirken, Özal yönetimindeki sivil hükümetin hareket alanı oldukça daraltıldı.

Derin Devlet, bütün çabalara rağmen Özal’ı iktidarsızlaştıramayacağını, iktidardan indiremeyeceğini anlayınca, onu ortadan kaldırmaya karar verdi. Hazırladığı birçok suikast planını uygulamaya soktu.

Bu suikast planlarından en meşhuru, 18 Haziran 1988’deki Anavatan Partisi'nin olağan genel kongresindeki suikast girişimidir (bu suikast girişiminin, 19 Nisan 1988 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin sürmanşetten verdiği, Özal’a hitaben gözdağı ve hakaret içeren mektuptan tam iki ay sonra gelmesine dikkatinizi çekmek isterim).

ANAP yöneticilerine ve salon görevlilerine haber veren Ankara Emniyet Amirliği, istihbarat aldıklarını, sabotaj ve suikast ihtimalinin çok üst düzeyde olduğunu bildirmiş. Kapıya gelecek herkesin tek tek aranması gerekiyordu. Başlarda, salona girenler yoğun bir güvenlik kontrolünden geçerken, sonlara doğru yukarıdan gelen bir emirle üst aramasından vazgeçilmiş. Silahlı saldırgan(lar) bu şekilde içeri alınmış.

Özal, kürsüye çıkıp konuşmaya başlayınca, kurşunlar yağmaya başladı; parmağına aldığı küçük bir yarayla kurtuldu suikastten. Direk kürsüye çıkmayıp kendisi için hazırlanan koltukta otursaydı, o koltuk Özal’a tabut olacaktı o gün. Sağ kurtulamaması için koltuk suikastçiler için çok uygun bir yere konmuş. Onu ortadan kaldırmak için bütün planlar yapılmış.

Sonradan öğrenildi ki, verdiği emirle saldırgan(lar) ın içeriye girmesini sağlayan içişleri Bakanı Mustafa Kalemli’ymiş. Namlular Özal’a yöneltilip ölüm kusarken, o gün Özal’ın en yakınına sokulan/yerleştirilen, bugün ise Ergenekon firarisi olan Bedrettin Dalan yere yatıp kendisini çoktan güvene almış. Kolay öldürülebilmesi için Özal’ın koltuğunu uygun bir noktaya kuranlar da en yakınında bulunan bu gibi insanlarmış!

Kargaşadan sonra tekrar kürsüye geldiğinde ilk sözü “Allah’ın verdiği ömrü, onun izninden başka alacak yoktur” oldu. Bu cümle, kendisine karşı böyle bir saldırının yapılacağını bildiğini veya en azından tahmin ettiğini gösteriyor. Bu bir meydan okumaydı. Kendisini ortadan kaldırmaya çalışan Derin Devlet’e boyun eğmeyeceğinin, mücadeleye devam edeceğinin ilanıydı!

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.