1. YAZARLAR

  2. İsmail BEŞİKÇİ

  3. Bahoz/Fırtına Üzerine
İsmail BEŞİKÇİ

İsmail BEŞİKÇİ

İsmail BEŞİKÇİ
Yazarın Tüm Yazıları >

Bahoz/Fırtına Üzerine

A+A-

 

Bahoz/Fırtına, bir Mezopotamya Sinema Filmi. Senaryosu Kazım Öz tarafından hazırlanan bir film. Yönetmeni yine kazım Öz olan bir film.

Bu film hakkındaki duygularımı ve düşüncelerimi belirtmek istiyorum.

Çok yakın, çok genç bir arkadaşım var. Bana, üniversiteye başladığı yılları anlatmıştı. 1980’lerin sonları, 1990’ların başları… Şöyle diyordu: “Türk olduğumuzu biliyorduk, ama, Türklerin hangi boyundan olduğumuzu bilmiyorduk. Kürtler, acaba, Türklerin hangi boyundandı? Bunu merak ediyorduk. Bunun için kitaplar okumamız gerekiyordu. Kitapçılardan kitapla arıyor, kitaplar soruyorduk. Bir kitapçı Beşikçi’nin kitaplarını okumamızı önerdi. Kürt köklerimize, Kürtlerin ayrı bir halk olduğuna bu okumalar sürecinde vardık

Bahoz/Fırtına filminde de, liseyi henüz bitirmiş, İstanbul’da, üniversiteye başlayan genç bir öğrenci var. Cemal. Üniversitedeki devrimci Kürt öğrenciler, yeni gelen öğrencileri de örgütlemeye çalışıyorlar. Cemal ile de ilişki kuruyorlar. Cemal’e Kürlerden, Kürtlerin haklarından, bu hakların Kürtlerin ellerinde alındığından söz ediyorlar. Cemal, Tunceli’den geldiğini söylüyor, “Kürtler de Türk değil mi?” diyor. Arkadaşları Cemal’le yoğun bir çatışma yaşıyorlar. Bu çatışma, Kürt kızı Helin’in, bu duyarsızlığından dolayı Cemal’i tokatlamasına kadar varıyor ama ilişkileri koparmamaya özen gösteriyorlar.

Bahoz/Fırtına, son 30 yıllık, üniversitelerdeki devrimci öğrenci mücadelelerini, özellikle Kürtlerin mücadelelerini dile getiriyor. Filmin başında, politikayla,Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunlarıyla hiç ilgilenmeyen öğrenciler, onların üniversitedeki yaşamları da dile getirilmiş. Filmde Kürt mücadelesine önemli bir vurgu var. Cemal’deki ruhsal ve zihinsel dönüşümün, fark etmenin, nasıl geliştiği, bilincin nasıl yükseldiği, ilgiyle, heyecanla, dikkatle izleniyor. Cemal’de okumalarına Beşikçi’nin bir kitabıyla başlıyor. Filmde çok önemli mesajlar sözlerle değil, mimiklerle veriliyor. Örneğin, aydınlık, hafif bir gülümseme, gözlerin hafifçe gülmesi, gözlerde parlayan bir ışık çok önemli mesajlar üretiyor. Bunu yaratıcı bir üslup olarak değerlendirmek mümkündür. Filmde böyle 4-5 mesaj var.

Filmde trajik bir an, trajik bir sahne var. Trajik olan nedir? Otoriter, faşist bir yönetim düşünelim. Güvenlik birimleri bir eve baskın yapıyor. Evde, ana-baba iki erkek çocuk/delikanlı var. Güvenlik biriminin komutanı, kadına/anaya şöyle diyor: Bu aile yönetimimize karşı geldi. Talimatlarımızı, direktiflerimizi dinlemedi. Bu cezasız kalamaz. Ceza olarak bu çocuklardan birini götüreceğiz, kurşuna dizeceğiz. Hangisini götürelim, sen seç. İşte kadının buradaki durumu, ruhsal gerginliği trajik bir andır. Kadın şüphesiz iki oğlun da korumaya, ikisini de yaşatmaya çalışmaktadır. Fakat çocuklardan biri götürülüp kurşuna dizilecektir. Ve kadına seçim hakkı tanınıyor. Bu trajik anda seçim falan olmaz. Trajik anı yaratan zaten bir tercihin olamayışıdır. Çözüm, kadının ve çocukların dışındaki güçler tarafından verilen kararla gerçekleşir. Zaman içinde gerçekleşir.

Bahoz/Fırtına filminde de buna benzer ağır bir trajik an var. Oğulun, Cemal’in, ve babanın, üniversitenin boş bir ders salonunda karşılaşmaları… Oğul, polisin takibinden kurtulmak için gizlenmektedir. Birkaç arkadaşı dışında kimse, kendisinin nerede olduğunu bilmiyor. Kayıp olarak biliniyor. Baba oğlunu arıyor. Üniversite kantinlerinden, karakollardan soruyor. Kantin ve dershane salonu aslında çok yakın. Cemal, pencereden dışarıyı izlerken bankta tek başına oturan babasını fark ediyor. Ve arkadaşından, babasını bulunduğu yere getirmesini istiyor. Arkadaşı, babasını getirmek üzere salondan çıktığı anda polis babaya yanaşıp bir şeyler söylüyor ve ayrılıyor. Cemal, arkadaşını babasına gönderdiğine pişman. Arkadaş, polisten habersiz. Babayı Cemal’in yanına getiriyor. Baba-oğul, sözü edilen bu dershanede karşılaşıyor. Baba oğlunu eve, köye götürmek istiyor. Oğul mimikleriyle bunu kabul etmediğini bildiriyor. Babanın ve oğlun dershanede oturuşları da bu çelişkiyi sergiliyor. Seyirci, babanın oğluyla, oğlun babasıyla ne konuşacağını çok merak ediyor. Cemal derin bir ruhsal gerilim içindedir. Artık mücadeleye katılma gereğini düşünmektedir. Bir taraftan da aileye bağlılık, aile sorumlulukları var. İşte böyle bir gerilim içindeyken babayla karşılaşma gerçekleşiyor. Bu ortamda bir merak, bir heyecan gelişirken, Cemal’in kendisinden haberdar olan arkadaşı, polisin geldiğini haber veriyor. Cemal çok hızlı bir şekilde salonu terk ediyor. Baba da çaresiz bir şekilde oğlun arkasından koşuyor ama, oğul kayıplara karışıyor. Beklenen diyalog gerçekleşmiyor. Burada yönetmen Kazım Öz’ün yaratıcılığını görmek mümkün. Diyalog olsaydı bu sıradan bir diyalog olurdu. Bu diyalog buradaki trajik anı çözmeye yetmeyebilirdi. Diyalog belki de bu çok ağır trajik anı sulandırırdı. Trajik anı Cemal’in ve babasının dışındaki kişiler, kimseler tarafından çözümleniyor. Trajik an Cemal’in arkadaşı ve takipteki polisler tarafından çözülüyor. Burada bir yaratıcılık var.

Yoğun iç sorgulama sonunda, Cemal, mücadeleye katılma kararı vermiştir. Fırtına bir bakıma da iç sorgulamadır. Artık kendi halkı arasındadır. Kendi insanları arasında onu tanıyanlar çıkıyor. Ama o artık Mahmut olduğunu söylüyor. Bir düğünle birlikte mücadeleye katılıyor. Bir Kürt düğünü. Ankara ve İstanbul’da Kürtlerin birçok düğününe katıldım. Bunlara da Kürt düğünü deniyordu. Ama onlar Kürt düğünü falan değildi. Bozulmuş, Türkleştirilmiş bir folklor eşliğinde Kürtçe bazı parçalar… Ama filmdeki tam bir Kürt düğünüydü. Düğün, nehirde, sal üzerinde gerçekleşiyor. Yaşlı insanların halaya durmaları çok görkemliydi. Halaydan çok halaya durma, halaya hazırlanma, daha görkemliydi, ürperticiydi. Dr.Cemşid Bender, “Zağroslarda yaşayan Kürt atalarımızın görkemli bir yaşantıları vardı” derdi. Yaşlı insanların halaya durmaları, beni eski çağlara, Zağroslara götürdü. Halaya durma, bana bir kişiyi daha hatırlattı. Mela Mustafa Barzani, “halaya durmayan Kürt, Kürt değildir” dermiş. Düğünde Şıvan Perver’i de izliyoruz. 1970’lerin sonlarındaki fırtınayı yaratan Şıvan Perver…Orhan Kotan, Şıvan Perver için şöyle derdi; Şıvan Perver, şarkılarıyla, ajitasyonuyla uyuyan Kürdü uyandırdı, hareketlendirdi, sarstı. Artık bu Kürt uyuyamaz…”

Cemal’in elinde bir taş parçası var. Oyma işlemeli bir taş parçası. Suyun kıyısında, henüz lisede öğrenciyken tesadüfen Cemal’in elene geçen bir taş parçası. Ama öbür taşlar gibi bunu elinden atamıyor, çıkaramıyor. Bu, Dersim’den İstanbul’a taşıdığı önemli bir şey. Zaman zaman avuçlarının içinde dolaştırıp oyalanıyor. Bu taş parçasını uzun uzun inceleyip düşüncelere daldığı da oluyor. Bu, kanımca köylerinin çevresinde yer alan, arkeolojik bir buluntudan gelişigüzel koparılmış bir parça.

Cemal, sal üzerinde, halkının içinde giderken, elindeki bu taş parçasını suya kaydırıyor. Çocukken, taş parçası tam da buralarda eline geçmişti. Dersim’den İstanbul’a götürdüğü, İstanbul’dan tekrar yanında getirdiği, bu taş parçası, kanımca arkeolojik buluntunun bir parçası, böylece ait olduğu yere dönmüş oluyor.

Bahoz/Fırtına filminin çok değerli, kaliteli bir oyuncu kadrosu var. Cemal, Helin, Orhan, Rojda rolündeki oyuncular, çok başarılı, Öbür oyuncular da…Filmde slogan olmaması, bütün ilişkilerin, sözlerin, doğal olarak seyretmesi değerlidir.

Son 30 yıllık, üniversitelerdeki devrimci öğrencilerin mücadelesi, özellikle Kürt mücadelesi, bunun üniversite öğrencilerine yansıyan yönü, dikkatle, ilgiyle heyecanla izleniyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar