1. YAZARLAR

  2. Abdullah -Kıran

  3. Bağımsızlık referandumu ve devlet olmanın şartları
Abdullah -Kıran

Abdullah -Kıran

serbestiyet
Yazarın Tüm Yazıları >

Bağımsızlık referandumu ve devlet olmanın şartları

A+A-

 

Evrensel kriterler esas alındığında, Irak Kürdistanı devlet olmanın tüm şartlarını sağlıyor. Zaten bir devleti tanımak da, o devletin devlet olmayı mümkün kılan temel kriterleri sağladığını onaylamak anlamına gelir. Ancak günümüzde bağımsız devlet olarak tanınmak için hukuki şartları sağlamak yeterli değil, zira tanımada siyasi eğilim belirleyici oluyor.

 

1970’den bu yana Irak’ta otonom bir yapıya sahip olan Kürtler, 2005 yılında onaylanan Irak Anayasası uyarınca federe bir statü elde etti. Anayasaya göre federe Kürdistan, federal Irak devletini meydana getiren iki bölgeden biri. Kürdistan Federe Yönetimi bu bölge üzerinde  hüküm sürmekte. Federe Kürt bölgesinin bayrağı, bağımsız bir yönetimi, bağımsız mahkemeleri, asayişi sağlamakla yükümlü bir polis gücü ve sınırları korumakla mükellef bir ordusu var. Bu hukuki olarak şu anlama gelir: Kürtler federal Irak devletinin devam etmesinde Araplar kadar söz hakkı sahibidir. Eğer federal Irak’ın devam etmesi Kürtlerin de çıkarına ise Kürtler bu yapıyla yollarına devam eder; değilse, Kürtler kendi başlarının çaresine bakar. Şüphesiz bu gerçek, dünyadaki bütün halklar için de böyledir. Eğer Kürtlerle birlikte olmak Arap halkının yararına değilse, aynı şekilde Araplar da Kürtlerden ayrılma ve kendi öz yönetimlerini oluşturma hakkına sahiptir.

Kürtler demokratik bir Irak için “evet” demişti

Kürtler 2005 yılında Irak anayasasına “evet” derken, demokratik Irak’ta Araplarla mutlu ve özgür bir yaşam kurabilecekleri umuduyla hareket ettiler. Ancak geçen zaman içinde Bağdat’taki merkezi hükümetler, Kürtlerin hak ve hukukuna saygı babında hiç samimi davranmadı.  İktidara oturan her hükümet, Irak’ı sadece Şii Arapların anayurdu şeklinde düşündü ve aşırı mezhepçi politikaları esas aldı. Şii ağırlıklı merkezi hükümetler, Kürtler şöyle dursun, Sünni Arap azınlığa bile tahammül edemedi.  Anayasanın 140. maddesi, Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeler için en geç 2007 yılının sonuna kadar referandum yapılmasını şart koşarken, Şii yönetimler asla buna yanaşmadı ve oyalama taktikleriyle Kürtleri başlarından savmaya kalkıştı. Zira Bağdat’taki yönetim, adil bir referandumda Kerkük’ün ve diğer tartışmalı Kürt topraklarının Kürdistan bölgesine katılacağını biliyordu.

Irak’taki Şii yönetimler, referandum konusunda anayasayı ihlal etmekle kalmayıp Kürtlerin bütçedeki payını da tamamen kesince, Kürtler de bağımsızlık referandumu ile ayrılma alternatifini gündeme aldı. Şimdi asıl mesele şudur: Kürtler bağımsızlık ilân ettiklerinde devlet olarak tanınacak mı?

Devlet olarak kabul edilmenin şartları

Bu soruya cevap vermeden önce, bu soru ile bağlantılı olan, çok önemli bir diğer soruyu da ele almak gerekir: Devlet olmanın kriterleri nelerdir? Yani hangi şartlar, beşeri bir oluşumun devlet olarak kabul edilmesi için olmazsa olmaz niteliğindedir? George Jellinek henüz 1900’lü yılların başlarında bu soruya yanıt ararken, devlet olmak için üç temel kriterin yerine getirilmesini şart koşmuştu: Belirli bir insan topluluğunun varlığı; bu insanların üzerinde mukim olduğu bir ülke; etkin bir kamu otoritesinin örgütlenmiş olması, devlet olmanın birincil şartlarıdır. Kısacası Jellinek devleti, insan, toprak ve egemenlik unsurlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bir yapı olarak tanımlıyordu. Aslında Jellinek’in öne sürdüğü bu kriterler, uluslararası hukuk otoritelerince de kabul edilmiş bulunuyor. 

Nitekim 1933 yılında Amerikan Devletleri arasında imzalanmış olan Montevideo Sözleşmesi de, Jellinek doktriniyle uyumlu bir devlet tanımına yaslanır. “Devletlerin Hak ve Yükümlülüklerine İlişkin Montevideo Sözleşmesi”nin 1. maddesi devlet için şöyle bir tanım getirir: Bir uluslararası hukuk kişisi olarak devlet, (a) daimi bir nüfus; (b) belirli bir toprak parçası;  (c) hükümet; (d) diğer devletlerle ilişki geliştirme kapasitesi niteliklerine sahip olmalıdır.

Peki, Kürtler bu şartları sağlıyor mu? Kürtlerin üzerinde yaşadığı ve çoğunluk teşkil ettiği toprakları her zaman mevcuttu. 1991’den bu yana, yani yaklaşık otuz yıldır, Kürtlerin kendi toprakları üzerinde egemenlik sürdüren meşru bir hükümeti var ve bu hükümet, diğer devletlerle ilişki geliştirme kapasitesi açısından, bugün BM’ye üye olan pek çok ülkeden daha etkin konumdadır. Irak Kürdistan Bölge Hükümeti’nin, başta Türkiye, ABD ve Batılı ülkelerle geliştirdiği diplomatik ilişkiler, pek çok bakımdan takdiri hak ediyor. Özellikle Türkiye ile iyi ilişkiler açısından, AK Parti hükümetlerinin diplomatik başarısının da hakkını vermek gerekir. Kürt meselesinde pek çok tabuyu yıkan AK Parti’nin dış politikadaki en büyük başarısı, Irak Kürdistanı ile geliştirdiği olumlu ilişkidir. Fakat demek ki Kürtler, başta Türkiye gibi hayati bir komşu olmak üzere, diğer devletlerle ilişki geliştirme konusunda yeterli bir kapasiteye sahiptir. Kuşkusuz sadece Kürtler dünya ile ilişki geliştirmekle kalmamış; dünyanın belli başlı ülkeleri de Erbil’de temsilcilik açarak Kürt yönetimini tanımıştır.

Özetle, Kürtler gerek George Jellinek’in öne sürdüğü şartların ve gerekse Montevideo Sözleşmesi’nde devlet olarak kabul edilmek için aranan niteliklerin tamamını çoktan sağlamış bulunmakta. Ancak modern dünyada, devlet olarak tanınmak için kimi objektif koşulları yerine getirmek yeterli olmuyor. Çünkü tanıma ve tanınma, hukuki olduğu kadar siyasi bir eylemdir.

Avrupa Birliği’nin tanıma konusundaki yeni “içtihat”ları

Tanıma hususunda “içtihat” sayılabilecek bazı yeni kriterler de, Avrupa Birliği (o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu) tarafından, Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde bağımsızlığını ilan eden Doğu Avrupa ülkeleri için ileri sürüldü. AT’nin 16 Aralık 1991’de kabul ettiği, “Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde Yeni Devletlerin Tanınmasına İlişkin Yönerge”de, bu konuda ortak bir tavrın geliştirilmesi kabul ediliyordu. Bu bağlamda, tanınmanın temel kriterleri olarak şu hususlara yer verilmekteydi:

(1) BM Sözleşmesine saygı duymak; Helsinki Nihai Senedi ve Paris Şartı’nda yer alan taahhütlere, özellikle hukuk devleti ilkelerine, demokrasiye ve insan haklarına bağlı kalmak;

(2) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Komisyonu tarafından (CSCE, Commission on Security and Cooperation in Europe çerçevesi çizilip taahhüt edildiği şekilde, etnik ve ulusal grupların, azınlıkların haklarını güvence altına almak;

(3) Sınırların ihlal edilemezliği ilkesine saygı duymak ve sınır değişikliklerinin, yalnızca barışçı yollarla ve ortak anlaşmayla gerçekleşebileceğini kabul etmek;

(4) Silahsızlanmaya ve nükleer silahların üretilmeyeceğine ilişkin taahhütleri, güvenlik ve bölgesel istikrarı da esas alarak kabul etmek;

(5) Bölgesel sorunlara ve devletlerin ayrılmasına ilişkin tüm meselelerin çözümünde anlaşma ve hakemlik yolunu kabul etmek.

Avrupa Topluluğu, 31 Aralık 1991’de yayınladığı bir bildiriyle, Ermenistan, Azerbaycan,  Belarus, Moldova, Türkmenistan, Ukrayna ve Özbekistan’ın, Yönergede dile getirilen talepleri yerine getirmeyi kabul ettiklerini duyurdu. 15 Ocak 1992’de Kazakistan ve Tacikistan da Yönergede dile getirilen talepleri karşılayacaklarını beyan etti (bkz Malcolm N. Shaw (2008), International Law (sixth edition, Cambridge University Press), s. 452).

Acaba Irak’taki Kürdistan Bölgesi, bağımsız devlet olarak tanınmak bağlamında, Avrupa Topluluğu tarafından ileri sürülen bu şartları da yerine getiriyor mu? Aslında Avrupa Topluluğu, geçmişten beri var olan kriterlere, hukuk devleti, insan hakları ve özellikle azınlıkların korunması şartlarını ilave etmiş oluyor. Genellikle azınlıkların hak ve özgürlüklerini garanti altına alan devletler, demokrasiyi özümsemiş hukuk devletleri olarak kabul edilir. Irak Kürdistanı, etnik ve dini azınlıkların korunması hususunda modern Batı demokrasilerinden aşağı sayılmaz.  Örneğin Kerkük ve diğer sorunlu bölgelerin dahil olmadığı 2013 seçimlerinde, 111 kişilik Kürdistan parlamentosunda 11 sandalye azınlıklara tahsis edilmişti. Bu bağlamda Türkmenler için 5, Asuriler için 5 ve Ermeniler için 1 sandalye ayrılmıştı. Her bir vekilin 50 bin seçmeni temsilen meclise girdiğini hesaba kattığımızda, azınlıklara ciddi anlamda pozitif ayrımcılık yapıldığı göze çarpıyor. Buna karşılık Irak’taki Türkmen nüfusun 2014 Irak genel seçimlerinde 328 sandalyeli mecliste sadece 12 mebus ile temsil edildiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Tabii Türkçenin (Türkmencenin) Kürdistan’da resmi dil olarak kabul edildiğini hatırlatmaya bile gerek yok.

Kısacası, evrensel kriterler esas alındığında, Irak Kürdistanı devlet olmanın tüm şartlarını sağlıyor. Zaten bir devleti tanımak da, o devletin devlet olmayı mümkün kılan temel kriterleri sağladığını onaylamak anlamına gelir. Ancak günümüzde bağımsız devlet olarak tanınmak için hukuki şartları sağlamak yeterli değil, zira tanımada siyasi eğilim belirleyici oluyor. 

Otonomi veya federasyon, siyasi literatürde kısmi bağımsızlık anlamına gelir. Yani Kürtler bugün kısmi bağımsızlığa sahipken, tam bağımsız olmalarının -- diğer bir deyimle, üzerinde oturdukları toprakların tapusuna sahip olmalarının -- yolu diğer devletlerin onları tanımasından geçiyor. Zira tanıma, yeni devletin uluslararası toplumun bir üyesi olarak yoluna devam etmesine rıza göstermektir. 

 

 

      

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.