M. Latif YILDIZ

M. Latif YILDIZ

sorgu / yuksekovahaber
Yazarın Tüm Yazıları >

Baba

A+A-

Yağmur, rüzgâr, kar, fırtına, boran derken Mezopotamya’da on iki ayın yeni günü (Newroz) 21 Mart’ta kudretli yüzünü gösterir. Tabiatın, hayatın, ağaçların, kuşların, yer altındaki börtü böceklerin, çiçeklerin, zümrüt gibi yeşilliklerin güneş, hava ve de insanla buluşan eşsiz mevsim adıdır. İşte bu eşsiz günün uyanışından 20 gün sonra baharın o görsel armağanı benim için büyük bir üzüntüye dönüştü. 10 Nisan 1980’den beri o hüznü yaşarım.

Yılın 365 günün en güzel gününde insan hüzünlenir, üzülür mü demeyin. Benim gibi kendisine iyiliklerin en büyüğü ve en güzelini yapan sevdiğinizi kaybetmişseniz maalesef oluyor. Tıpkı 6 gün öncesi gibi sevgili Arslan ailesinin 4 Nisan gününde yaşadıkları gibi ben de 10 Nisan’da üzerinden 32 yıl geçmiş olsa bile derin sızılar bırakan o acıyı yaşadım.

Gözlerini kapattığında o eşsiz insanla unutulmaz 25 yılla ilgili anıları elimi uzatsam yakalayacakmış gibi geliyor bana. Gözünüzü açtığınızda o çok sevdiğiniz yanınızda değilse işte o zaman bu coğrafyada mevsimlerin en güzel günü de senin için anlamsız olabiliyor.

Değerli okuyucularım, bu güzel Nisan gününde niyetim asla sizleri üzmek ya da hüzünlendirmek değildir. Zaten 30 yıl o kadar çok acı, hüzünlü olaylar yaşamış bir toplumuz ki yaşadığımız acılarda artık mantık bile aramıyoruz. Acıların hepsinin üstünü örtsem bile “BABA” denilen acısının üzerini örtmeye mecalim yetmiyor.

Senin dünyevi ve ebedi hayata gelişine sebep olan ve de bu fani hayata hazırlayan, eğiten, besleyip büyüten, terbiye eden babanı vakitsiz kaybedişin kendi insanlarının ölümü ile birleşince orada bir kırılma başlıyor. İşte o zaman mantık da, duyguda; 21 Mart, 10 Nisan gibi baharın güzelliği, tabiatın uyanışının da senin için bir bakıma anlamı kalmıyor.

Biliyor musunuz dostlar babamın iş yeri bir hayat mektebi o zamanın tabiri ile bir medreseydi. Yörenin, bölgenin ve dahi uzak diyarların okumuş aydınların, âlimleri, şeyhleri, ağaları, begleri; tüccarları, esnafları, bürokratları, kaymakamları, Belediye Başkanları; şehrin sakinleri, işçisi, memuru, çiftçisi, köylüsü aklınıza kim gelirse uğradığı yerdi, mekândı.

Çoğunlukla alçak kürsüler ve tahta sandalyeler üzerinde hoş sohbetlerin yapıldığı; günümüzde TV ekranlarında izlediğiniz dini, siyasi, ekonomik, bölgesel, her türlü sorununu tartışıldığı 7 den 77 ye her Batmanlının tanıdığı bir dükkân, özerk üniversite salonu gibiydi.

O üniversitede babam Seyda’ye Melle Abdülkerim’in bana verdiği cesaret, dürüstlük, inandığı davayı sonuna kadar takip etme erdemliği aşılaması beni bu günlere getirdi. Babamın konuklarına su, çay, arzu edene yemek ikram etmek gibi hizmet verirken tartışmalarından ve konuşmalarından aldığım feyiz, bilgi, görgü için ona ne kadar teşekkür etsem azdır.

Babam insanlara nasıl davranmam gerektiği konusunda karşısına alıp nasihat etmedi.  Ama yaparak ve yaşayarak hamur gibi yoğurarak yön verdi. O her seferinde en az 4–5, bazen 10–15 kişinin sohbetlerinde bulunmam ile bu davranışı bana fiili olarak yaşattı. O iş yerinde 25 yıl boyunca bana verdiği dersler bir yaşam boyu verdiği en büyük armağan oldu.

Tabii ki çocukluğumu, gençliğimi, öğretmenliğimin ilk yıllarını iş yerinin dört duvarı arasında geçirterek beni hapsetmedi. Un, bulgur, demir, çimento, tütün, pamuk, vb. konularda ticaret yapan âlim ve bilgin bir tacir olduğu için bazı seyahatlerde beraberine götürürdü.

Batman’ın o zamanlar ilçe olarak bağlı olduğu Siirt başta olmak üzere Diyarbakır, Urfa, Malatya, Elazığ, Gaziantep gittiği şehirlerin başında gelirdi. Okul sıralarında bu şehirlere beni de götürmesi dünya, çevre ve insanlarla ilişkimi, ufkumu arttırdı.

Batman 1950’lerden 1970’li yılların sonuna kadar Rafinerisi ve TPAO sayesinde bir nevi küçük Amerikan şehriydi. Site’de iki olimpik yüzme havuzu, sinemaskop yazlık ve kışlık 500 kişilik sineması, ( şehirde de 4 sinema salonu vardı) kaloriferli ilk ve ortaokulu; spor sahası, ABD’den örnek alınmış alışveriş merkezi ile o günlerin ötesinde çağ atlamış 15 bin nüfusu besleyen yüksek maaşlı 7 bin petrol işçisi olan modern bir kentti.

Bu üstün vasıflarına rağmen babam farklı şehirler, farklı yöreler görmem, insanlar ile tanışmam, bilgimin, görgümün artması için beni de fırsat buldukça beraberine götürüyordu.

Babam aile yaşamımızda çocuklarına her zaman güneş gibi rehber olmuş büyük bir önderdi. Şahsım adına babamdan gizli, saklı işlerim olmuş olabilir ve de olmuştur. Amma babamın benden gizli saklı hiçbir şeyi olmadı. İşte o babanın, Seydaye Mele Abdülkerim’in öğretileri, fazileti bana servet ve başarı reçetesi oldu.

O babaya layık bir evlat olmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığımı zannediyorum. Çünkü o kendi mutluluğundan çok bizim mutlu olmamızı isterdi. Çünkü o yemez, içmez, giymez bize yedirir, içirir ve giydirirken çok mutlu olurdu. Ben o babaya saygımı ve sevgimi değil 32 yıl 132 yıl geçse asla kaybedemem/kaybetmeyeceğim.

Onun iş yeri, onun arkadaşları, onun misafirleri ve de onun müşterileri yüzlerce öğretmene, onlarca okula bedel bir üniversiteydi bizler için.

Siz böyle bir babayı yılın en güzel günü olan 10 Nisan gününde kaybetmiş olsanız ve de üzerinden 32 yıl geçse bile kaybetmenin acısını hiç unutur musunuz? Sizi bilmem amma ben unutamıyorum ve son nefesime kadar unutmayacağım.

Son sözüLa Edriile bitirelim: “ Baba, koruma ve yardımın, anne şefkat ve sevginin sembolüdür.”  Babama ve ölmüş bütün anne, babalara Allah rahmet eylesin; kabirleri cennet bahçesinden bir köşk, bir köşe olsun.

ufkumuz.com

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.