1. YAZARLAR

  2. Zülfikar Furkan

  3. Atalarımızın Diniyle Mahkûmiyeti Yaşamak
Zülfikar Furkan

Zülfikar Furkan

Yazarın Tüm Yazıları >

Atalarımızın Diniyle Mahkûmiyeti Yaşamak

A+A-

Değişim ve dönüşüm için düşünme kabiliyetine sahip olmak gerekir. Düşünemeyen ve akletmeyen kişi ve toplulukların değişimi  yaşamaları mümkün değildir.  Değişimi benimseyen toplumların kalkınıp güçlendiklerini ve tarihe yön verdiklerini görmekteyiz. Değişime direnen, mevcut paradigmanın devamından yana olup değişime göğüs gerenlerin de hep yenildiklerine ve kaybettiklerine şahit olmaktayız. Yaşadığımız coğrafyada meşruiyet kazandırılmış ülke insanlarının profillerine bakacak olursak bunun somut kanıtlarını daha net bir şekilde görebiliriz.

1789 tarihinde gerçekleşen Fransız İhtilalinin en önemli mesajı olan“milletlerin kendi kaderini kendisinin belirlemesi” prensibi milletlerarası camiada kabul görünce, bu düşünceyi benimseyip bu uğurda mücadele eden topluluklarda kısa sürede olağanüstü değişimler görüldü. Fransız ihtilalinin yaydığı ulusçuluk fikri kısa sürede Osmanlı tebaası içerisinde taraftar buldu. Sırp ayaklanması, Mora ve Yunan isyanları mevcut yapıyı çok zor durumda bırakmıştır. Dünyada yaşanan değişimlere ayak uyduramayan, bunlara alternatif geliştiremeyen Osmanlı Devleti günden güne küçülerek Anadolu ve Rumeli topraklarına sıkışacaktır. Osmanlı hakimiyeti altında yaşayan onlarca değişik ulus göreceli bağımsızlığını kazanarak Osmanlıdan ayrılırken, bu değişime direnen veya değişimi hissedemeyen veyahut değişimden haberdar olamayan uzaklardaki bazı halklarda tebaa olmaya devam etmekteydi.

Fransızlar, Cezayir’i işgal edip M. Ali Paşa’ya destek vererek Valinin kendi devletine karşı cephe almasını sağlayacaklardır. Rusya ise Balkanlarda Osmanlı aleyhine propaganda yapıp, Kırım’a girmiş, Kırım’da yaşayan Türklere bağımsızlık vaat ederek, girişmiş olduğu türlü entrikalarla Kırım’ı Osmanlı’dan ayırarak ilhak etmiştir. Emperyalist devletler Osmanlı’nın içişlerine müdahale ediyorlar ve her taraftan Osmanlıyı çökertmeye çalışıyorlardı. 1839 Tanzimat Fermanı ve daha sonra Avrupalı devletlerin baskıları sonucunda, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanıyla gayrimüslim tebaaya çok geniş haklar verilecekti. Bu ıslahat Fermanını, Osmanlı kabul etmek zorunda kalmıştır.

Çeşitli ırkları, farklı dinlere mensup milletleri bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti için milliyetçilik akımı gerçek bir felaket olmuştur. Avrupalı devletlerin kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri baskıları sonucunda Osmanlı Devleti her tarafında isyanların başladığı her devletin müdahalesinin olduğu bir devlet haline gelmişti. Tüm planlar Osmanlı’yı parçalamak için yapılıyordu. 1856 Islahat Fermanıyla gayrimüslim tebaaya bir takım haklar verdiyse de Avrupalı devletlerin isteklerinin ardı arkası kesilmek bilmedi. Rusya Balkanları, Fransa Cezayir’i, İngiltere, Kıbrıs ve Mısır’ı, Avusturya-Macaristan, Bosna Hersek’i, ilhak etmek için adı geçen yerlere girmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin ortaya attığı ne Osmanlıcılık ne de İslamcılık gibi projeler Osmanlıyı çöküşten kurtaramamıştır. Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908 tarihinde Avusturya-Macaristan, Bosna Hersek’i topraklarına katmasının yanı sıra Bulgaristan’da bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlılar bu durumu kabullenmek zorunda kaldılar. Tunus, Fas, gibi birçok ulus Osmanlı’ya karşı önceden isyan etmişlerdi. İmparatorluğun dört bir yanında isyanlar çıkmıştı. Eline silahı alıp sırtını büyük devletlere veren bağımsızlığını ilan ediyordu. Bu uzak diyarlardaki isyanları bastırmanın teknik ve düşünsel hiçbir imkânı bulunmuyordu. Zamanla bu mücadeleyi veren tüm unsurlar ve milletler emellerine ulaşıp minyatür devletlerine kavuşacaklardı.

Ülkenin en doğusunda yer alan Kürtlerde ise bambaşka bir hava hâkimdi. Kürdistan  merkeziyetçiliğinin nirengi noktasını oluşturan aşiretsel bağlar, şeyh, ağa ve mirlerin hâkimiyetindeki bakir topraklarda emekçi ve yoksul halkın değişimden haberdar olması ve değişimi yaşamaları mümkün gözükmüyordu. Halkın her türlü sorununa çözüm getiren onları koruyup, gözeten bu iktidar sınıfı merkezi yönetimin de gözdesi durumundaydılar. Kendilerince soylu, bilgili, güçlü ve akıllı olan bu güçlerin her biri kendisine ait hâkimiyet sahalarında sathi iktidarlarıyla avunup durmaktaydılar. Kürdistan’ın her bir parçası üzerinde kendi klanlarını yerleştirip, diğer oymaklara cephe alan, onları küçümseyen, atalarının yaptıklarıyla övünen klasik yarı göçebe anlayış, değişimin buraları etkilemesine engel olmuştur. Birbirleriyle çatıştırılarak güçten düşürülen bu beyliklerin merkezi yönetime baş kaldırmaları da böylelikle engelleniyordu. Güçten düşürüldükten sonra da ileri gelenlerinin tamamı ya sürgüne ya da darağacına gönderiliyordu. Bedirxan ailesi bunlardan sadece biridir.   

Kürt oymakları arasındaki rekabet ve husumet Kürtlerin bir bütün olarak hareket etmesini engellemiştir. Birinin ak dediğine diğeri kara demiştir. Birinin direnişine öbürü isyan ve tuğyan diyerek karşı çıkmıştır. Birinin ilmini başka biri gösteriş ve riya olarak yorumlamıştır. Böylece bu bölük pörçük yönetim ve denetim anlayışı hiçbir zaman arzu ettiği neticeyi elde edememiştir. Bir Yunan için sadece megalo idea ( büyük ideal), Sırp için büyük Sırbistan ülküsü, Türk için Turancılık fikri ve benzer tüm dünya ulusları için genel geçer bir ulusçuluk fikri varken, Kürtlerde söylemde evrensel ümmet fikri, ama pratikte ise sahip olduğu klanın sathi hareket alanı bulunmaktadır. Bünyesinde irili ufaklı yüzlerce değişik aşiret barındıran bu mazlum ulusta  birlik ve bütünlük hiçbir zaman sağlanamamıştır. Bu durum Kürtlerin yumuşak karnı olmuştur. Bütünlüğü görmek istemeyen emperyalist güçler bu zayıf noktayı sürekli kendi lehlerinde kullanmışlardır. Başkaldıran aşireti karşı aşiret güçleriyle bastırmışlardır. Biri isyancı, nankör cahil ve gaddar iken; diğeri, uzlaşmacı, dürüst, vatanperver ve kahraman olarak nitelendirilmiştir. Bu içinden çıkılmaz anlayış neticesinde XX. Yüzyılın başında ve ortasında tüm irili ufaklı yüzlerce ulus kendi egemenliklerini kazanıp kendi bağımsızlıklarını ( dışa bağımlı olsalar bile…) ilan ederken, Kürtlere ezilmişlik, dışlanmışlık, acı, kan ve gözyaşı mirası kalmıştır.     

Tüm bunlara karşın içerisinde bulunduğumuz içler acısı gerçeğe rağmen hala geçmişin karanlık mirasına dört elle sarılmaktan vazgeçemiyoruz. Evrensel kardeşlik mesajları ve sloganları eşliğinde gerçeklerden ve dünyadan uzak, ilkel yaşam standartları içerisinde mutluluk pozlarına bürünmüş durumdayız. Gerçekte modern ve gelişmiş toplumlar nazarında GSMH’ nın çok küçük bir dilimine mahkûm edilmiş, teknolojinin kendisi için bir canavara dönüştüğü bilgisiz, kaba, ölçüsüz ve barbar toplumlar durumundayız. Kimine göre yazdıklarım kabul görmese de bunlar bizim acı gerçeklerimizdir. Birbirinin kanını akıtmaktan zevk alırken, güçlü ve asillerin önünde diz çöküp boyun eğmekten utanç duyamayanlarla beraber aynı havayı teneffüs etmekten büyük bir öfke duymaktayım. Bize bu kirli, anlamsız ve amaçsız mirası bırakanlara da son söz olarak şunu söylüyorum; ‘Biz sizin inandığınız ve değer verdiğiniz hiçbir şeye inanmıyor ve değer vermiyoruz. Sizin kişisel çıkar ve ulusal menfaat için akıttığımız onca mazlumun ve masumun kanıyla kirlettiğiniz elinizi tutmuyor ve sıkmıyoruz.

 Genelde ulusçuluk özelde bölge milliyetçiliği ( aşiretçilik ) denilen kutsallarınıza sırt çeviriyoruz. Yeryüzünde yaşayan tüm farklı ulusların aynı hak ve ilkeler çerçevesinde özgür ve bağımsız olmalarını, dünyanın var olan kaynaklarını adil ve eşit bir şekilde paylaştırılmasıyla var olan sıkıntıların ve çaresizliklerin son bulacağını ümit ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.