1. YAZARLAR

  2. Hilâl Kaplan

  3. 'Asılacak adamsın ulan'
Hilâl Kaplan

Hilâl Kaplan

Yenişafak
Yazarın Tüm Yazıları >

'Asılacak adamsın ulan'

A+A-

Bir yılını doldurmak üzere olan çözüm süreci başladığından bu yana, silahların sustuğu, fikirlerin konuşulduğu bir dönem bekliyoruz. Ama operasyon yemekten bitap düştüğümüz için olmuyor, oldurulmuyor.

Önce Paris suikastleri, ardından Amerikan Büyükelçiliği'ne saldırı, ardından İmralı sızıntısı, ardından Ak Parti binasına ve Adalet Bakanlığı'na silahlı saldırı, ardından Reyhanlı saldırısı, ardından Gezi olayları ve en son yolsuzluk operasyonu görünümlü siyasete müdahale çabası...

Fikirlerin konuşması anlamına gelen siyaset alanına ya medya operasyonlarından ya bombalı saldırılardan ya da polis operasyonlarından bir türlü sıra gelemiyor.

KÜRT MESELESİNE DOKUNAN YANAR

Kürdistan petrolünün barış sürecini taçlandırmasına işaret eden Erdoğan'ın Barzani'yle Diyarbekir'deki tarihî buluşması öncesi dershane gündemi patlamıştı.

34 yıl hüküm giymiş Mustafa Balbay tahliye edildiği ama daha hüküm bile giymemiş olan BDP'li vekillerin içeride tutulmasına karar verdildiği günse yolsuzluk operasyonu patladı.

Ne hikmetse, bu operasyonla eşzamanlı olarak, STV dizisindeki karanlık kurullarda adı karalanan gazeteciler hakkında fotomontajlanmış kasetler ve fotoğraflar piyasaya sürüldü.

Zamanında beni de hedef göstermiş bir yazarın kızının fotomontajlanmış resimlerini internette yayacak kadar pespayeleşildi.

SON UYARI TARİHİ GEÇİNCE...

İlginçtir, yolsuzluk soruşturmasının kamuoyunun gündemine düşmesine saatler kala, o gece yarısı Hüseyin Gülerce, sosyal medyadan şu 'uyarı'yı yapmıştı:

'Hakan Şükür'ün istifası 2013'ün en önemli siyasi olayıdır. Ak Parti bu istifayı en samimi uyarı olarak anlamalıdır. Belki de son uyarı...'

Sonradan bu cümlenin tehdit olarak algılanması üzerine Gülerce bu tiviti silse de, gerçekten ertesi sabah Şükür'ün vekilliği boyuncaki tek bilinen icraatı olan istifasını gölgede bırakacak gelişmeler olacaktı.

Üstelik soruşturmadan bırakın ilgili bakan ve valinin haberinin olmasını, emniyet müdürünün dahi haberi yoktu.

Gelin görün ki, Ankara'daki baskına bile teamüllere aykırı olarak İstanbul'dan polis ekipleri gönderecek kadar 'gizlilik kaygısı'yla yürütülen soruşturmadan eski polis-yeni yazar Emre Uslu ile 'bavulcu' Baransu'nun haberi vardı.

Uslu, twitter'a, 12 Ağustos 2013 günü şöyle yazmıştı:

Bakan çocuklarının adı yolsuzluklara karışmışsa Kim Güler kim ağlar? (Büyük harfler 'klavye sürçmesi' yaptığını iddia eden Uslu'ya ait)

Baransu ise daha 16 Nisan 2013'te baklayı ayrıntısıyla ağzından çıkarmıştı:

İran'dan para nasıl çıkar? Bir sanatçının eşi Rize'ye altınları gönderir. Kapalıçarşı'ya girer. Para, Dubai İsveç'e dağıtılır. Sonra...

Ancak ikisi de aynı gazetede yazan bu kişiler, o tarihlerde nedense kendi ayaklarına kadar gelen haberi yazmayıp kulaklarının üzerine yatmayı, belki de bugünleri beklemeyi tercih etmişti.

Bu soruşturmaların ayrı ayrı değil de, seçimlere üç ay kala birlikte sunulmasının daha büyük etki yaratacağı da hesaplanmış görünüyordu.

Zira yolsuzluk operasyonunun üç kanadı olan TOKİ, Halkbank, Fatih Belediyesi arasında bir bağlantı kurulamamasına rağmen aynı torbaya konulduğu anlaşılıyordu.

Polis operasyonu kadar bariz bir algı operasyonu yapıldığı aşikârdı.

Nitekim 'Baransu'nun kankası' da twitter adresinden, hakikatin değil algı oluşturmanın daha önemli olduğunu doğruluyordu:

'Bu soruşturmada algı, adli sonuçtan önemli. Başbakan Erdoğan'ın unuttuğu nokta bu. Kimse mahkemenin sonucunu hatırlamaz.'

Polislerin, kendi amirlerinden bile gözleri gibi sakladıkları bilgi notlarını, tape dökümlerini ve hatta takip resimlerini şimdi tivitırdan takip etmemizin sebebi de bu algı yönetme gayreti olsa gerek. Sanırım amirlerine değil ama tivitırdaki enformasyon-dezenformasyon dengelerine güvenen 'sızdırıcılar' var.

Unutulmasın ki, Gezi sürecinde 'laik yaşam tarzına müdahaleci' olarak sunulan iktidarın, üç ay içinde devlet bürokrasisindeki dindarları fişleyen bir 'irtica düşmanı'na çevrilmesi de benzer bir algı operasyonu sonucuydu.

YOLSUZLUĞA SON, ERDOĞAN'A DA...

Polis üniformasının veya savcı cübbesinin arkasına saklanarak demokratik siyasete 'balans ayarı' yapmaya kalkışanın kimliği önemsizdir.

'Söyle o Nedim salağına, savaş büyük, bugünlerde ortalara atılıp yine arada kaynamasın' diye gazeteci tehdit eden polis amirinin, 28 Şubat'ta gazetecileri 'yağlı kazığa oturtmakla' tehdit eden darbeci paşalardan hiçbir farkı yoktur.

'Devleti yönetirken davulu sen tut ama tokmağı bizde olsun' diyen bürokrat kliğinin asker ve 'sivil' olması bizi enterese etmez.

Zaten askerler de geçmişte kardeş kavgası, siyasî istikrarsızlık, vb. sebeplerle bu hakkı kendilerinde görmüşlerdi.

Sebebin ne olduğu şu temel ilkeyi ortadan kaldırmaz: Ülke yönetiminde son söz, doğrusuyla yanlışıyla sandıkta hesap verecek olan sivil iktidarlarındır. Hiçbir bürokratın 'Şu başarıyı bize borçlusunuz' diye diyet isteme hakkı yoktur.

Olan bitenler bana Türk Solu'nun bir protestosundaki fotoğraf karesini hatırlatıyor. Öndeki sıranın ellerindeki pankartlarda 'Sansüre son' gibi sloganlar yazarken, aynı grubun son sırasındaki pankartlarda ise darağacındaki bir Erdoğan protresi ve altında 'Asılacak adamsın ulan' yazısı var. 'Sansüre son' görünümlü 'Erdoğan'a son' korosu...

Bugün de 'Yolsuzluğa son' diye slogan atanlarla, 'temizlik' anlayışımızın farklı olmasının nedeni bu galiba...

Önceki ve Sonraki Yazılar