ANLAMSIZ SAVAŞ
Geçici bir süreliğine dünyaya gönderilen insanoğlu, gönderiliş amacımızı unutarak çoğu zaman akla ve hayale aykırı düşünceler ve eylemler içerisine girebiliyoruz. Asıl amaç olan; kulluk ve imtihan arka plana itilerek daha basit ve boş işlerin peşinde zamanımızı tüketmekteyiz. Amaç şöyle ifade ediliyor; O, hem ölümü, hem de hayatı yaratmıştır ki sizi sınamaya tabi tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayıcı (olduğuna sizi inandırsın). (Mülk/2)
Asıl amacımızın rekabet ve mücadele olduğu anlaşılıyor. Nasıl bir rekabet olduğu apaçık ortada olmasına rağmen bizler bunu maalesef unutuyoruz. Bu rekabet ve mücadele bizi yaratıcıya yaklaştıran, O nun rızasını elde etmeye yarayan bir hal üzere olmalıdır. İnsanlık tarihi boyuca bu yolda kararlılıkla yürüyen insan sayısı çok az olmuştur. Kendisine verilen çok kısa zaman dilimini hoyratça tüketip dünyaya veda edip giden insan sayısı ise milyarlarla ifade edilmektedir.
İçerisinde yaşadığımız yüzyılda bilinçli ve bilgili birey sayısı ise iki elin parmakları kadardır. Her şeyin sathileştiği, içerikten ve amaçtan yoksun insani ilişkilerin ayyuka çıktığı bir zaman diliminde yaşamaktayız. Dostlukların dile ve role indirgendiği, fedakârlıkların elde edilecek kâr oranında sergilendiği, haklının yanında yer alıp zalime karşı duruşun, eldeki güç oranında yapıldığı kapkara bir çağda ayakta durmaya çalışıyoruz.
Sahip olduklarımızı kaybetme ve dünya üzerinde daha uzun yaşama isteği gibi anlamsız fobiler ve hobilerle asıl amacımızı unutarak değersiz çıkarların peşinde koşturup durmaktayız. Yanı başımızda cereyan eden sayısız hak ihlaline ve zulme seyirci kalabilmekteyiz. Muktedir güçler tarafından horlanan, aç bırakılan, işkenceye uğratılan ve öldürülen milyonlarca insanın dramını görmezden gelebiliyoruz.
Apartmanımızda, sokağımızda, caddemizde, köyümüzde veya şehrimizde veyahut ülkemizde bu dramatik tabloyla sürekli karşı karşıyayız. Bazen aç dolaşır, bazen üstünde elbisesi olmaz. Üzülüp geçeriz. Yarım saat sonra unuturuz. Evi yıkılmıştır veya dövülmüştür. Bakar dururuz. Elinden tutmaya çalışırız. Gözyaşı dökeriz. Onu da zamanla hafızamızdan silip atarız.
En son ölüm haberini alırız. Ölmüş veya öldürülmüş ne fark eder ki. Kendisine bahşedilmiş olan ömür süresini doldurmuştur. Arkasından ağıtlar yakar hüzünleniriz. Zamanla acısı diner onu da unutur yaşamaya devam ederiz
Son dönemde yapılan tartışmalara bakınca bunun somut yansımalarını daha net bir biçimde görebilmekteyiz. Hayatını kaybeden onlarca insanın acısını bir tarafa bırakıp, hayattakilerin anlamsız savunmalarını ve tehditlerini üzülerek seyrediyoruz. Kendisini her şeyin ve herkesin üzerinde gören, mağrur ve muktedir kişi ve kurumlar tüm toplumu hizaya getirmek için canla başla çalışmaktadırlar.
Demir yumruk ve faşist ülke liderlerinde görmeye alıştığımız bir üslupla tüm bağımsız kurumların tehdit ve tahkir edildiğini görmek herkesi derinden etkileyip düşünmeye sevk etmelidir. Demokratik hukuk devletlerinde asla tasvip edilmeyen böyle bir durum karşısında tüm kişi ve kurumlar üzerlerine düşen görevi yerine getirmekle yükümlüdürler.
Bu durum karşısında suskunluğunu muhafaza eden başta İslami duyarlılığa sahip medya ve sivil toplum kuruluşlarının üzerlerine düşen görevi yerine getirmelerini bekliyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır düsturuyla harekete geçmemiz gerekirken, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı ile davrandığımız sürece yanacak olan ateş ilk önce bizi yakacaktır. Acıları görmezden gelip ceberut cellâtların ortalıkta cirit atmalarını seyretmek en büyük onursuzluk olarak görülmelidir. Farklı olana tahammülsüzlük gösterip değişime ve yeniliğe karşı anlamsız bir direnç göstermek sonumuzun başlangıcı olarak gözüküyor.
Küresel ölçekte meydana gelen uluslar arası krizleri fırsata çeviren uluslar, yeni başlangıçlar ve kazançlar elde ederken; bu krizlerde yeni strateji ve programlar geliştiremeyenler ise tarihin karanlık sayfalarına gömülürler. Çeyrek asırdır coğrafyamızda tüm acımasızlığıyla yürütülen kanlı ve kirli çatışma ortamı ülkemizi ekonomik, kültürel, sosyolojik ve ekolojik yıkımın eşiğine getirmiştir.
Yeni strateji ve yöntemlerin devreye konulma zamanı çoktan geldi. Dağlarda çözülemeyen, kanın ve gözyaşının çare olmadığı bu yöntemin terk edilerek daha akılcı, insani ve reel çözümlerin aranması gerekir. Ekonomik alt yapının iyileştirildiği, eğitim ve kültür reformlarının hayata geçirildiği bir başlangıçla halklar arasındaki kardeşliği ve dayanışmayı pekiştirebiliriz.
Anlamsız bir şekilde devam ettirilen bu kirli savaşın bir an önce son bulmasını diliyoruz. Her iki cephede acı çeken insanlarımızın acısının bitmesi için başta seçilmişler olmak üzere tüm resmi ve sivil kurumlar çözüm için işbirliği içerisinde olmalıdırlar. Söz hakkı milletin kendisinde olmalı ve akan bu kanın durması için herkes üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.