1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Altan Tan: Ak Parti Veya HDP'de Siyaset Yapma Şansı Kalmadı...
Altan Tan: Ak Parti Veya HDP'de Siyaset Yapma Şansı Kalmadı...

Altan Tan: Ak Parti Veya HDP'de Siyaset Yapma Şansı Kalmadı...

Halkların Demokratik Partisi'nden istifa ederek, Saadet Partisi'nden milletvekili adayı olan Altan Tan, parti değişim sürecinden, SP'nin dış politika hedeflerine kadar Sputnik'in pek çok sorusunu yanıtladı.

A+A-

 

Halkların Demokratik Partisi'nden istifa ederek, Saadet Partisi'nden milletvekili adayı olan Altan Tan, parti değişim sürecinden, SP'nin dış politika hedeflerine kadar Sputnik'in pek çok sorusunu yanıtladı.

 

Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) istifa ederek, Saadet Partisi'nden (SP) İstanbul 3. bölge 1. sıra milletvekili adayı olan Altan Tan, SP'ye geçiş sürecinden, aday olduğu partinin başta Ortadoğu olmak üzere dış politika hedeflerine ve Kürt sorunun çözümüne ilişkin önerilerine kadar pek çok konuyu Sputnik'e verdiği röportajda değerlendirdi. Türkiye'nin "önünü gören" bir dış politika belirlemesinin elzem olduğuna işaret eden Tan'a göre, ülke şimdiye kadar Avrupa'ya mutlak temsiliyetçi bir anlayışla yaklaşıp İslam coğrafyasına sırtını dönerek büyük hata yaptı.

Tan'ın açıklamaları şu şekilde:

"Maalesef, Türkiye'nin ince elenip sık dokunmuş; 20 yılı, 50 yılı gören bir dış politikası yok. Cumhuriyet'in kurulmasından itibaren Türkiye Batı Bloku'nda yer almış, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da NATO konseptiyle tanışmıştı. Uzun bir dönem, Türkiye'nin Batı Bloku'nda yer alışı tam bir teslimiyetten ibaretti. Tabiri caizse, ülke kendisine ne rota çizildiyse, o rotayı takip etti. Özetle, Türkiye Cumhuriyeti Batı'nın dikte ettiği her şeyi yaptı, sırtını da Ortadoğu'ya, ve İslam dünyasına döndü. Ancak Türkiye'nin tarihi, geçmişi ve Osmanlı (İmparatorluğu) bakiyesi var. Hem bu sebeple hem de çeşitli dinamiklerden dolayı, Türkiye'nin bu sırtını dönüşü devamlılık gösteremedi. Sonunda Birinci Körfez Savaşı ile başlayan süreçte, Irak'ta, Lübnan'da ve Suriye'de yaşanan olaylar ve sonraki yıllarda bu gelişmeleri takip eden Arap Baharı, Türkiye'yi işin göbeğini oturttu. Tüm bunlar olduktan sonra Türkiye bu sefer Ortadoğu'da, Kafkaslar'da ve Balkanlar'da eksen oluşturma bocalamaları yaşamaya başladı. Şu anda da, hesabı kitabı yapılmış, hayallerin ötesinde reel politikle bağdaşan bir dış politikaya sahip değil."

‘TÜRKİYE, SURİYE, IRAK VE İRAN ARASINDA KURULACAK OLAN BÖLGESEL ENTEGRASYON ÖNEMLİ'

Peki, izlenmesi gereken dış politika nasıl olmalı?

"Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarından beri Ortadoğulu olduğu kadar Avrupalı bir devlet, bir yönüyle de Kafkasyalı bir devlet. Türkiye tam da bu sebeple, her ne kadar AB sürecinde Avrupa'yla iyi ilişkileri sürdürme mecburiyetinde olsa da bu mecburiyeti kesin bir teslimiyete dönüştürmemeli. İkincisiyse, asla Kafkasya'ya veya Ortadoğu'ya sırtını dönmemeli. Ortadoğu'da Kürtler ve Araplarla ilgili olduğu kadar bölgede yaşayan Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler, Ezidiler gibi Müslüman olmayan diğer halklarla da ilgili de politika belirlemeli. Bu politikası da dostluk ve barışın yanı sıra, ekonomik ve siyasi entegrasyona dayalı olmalı. Avrupa Birliği gibi bir Ortadoğu birliğinin kurulması şart. Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında daha elle tutulur ve kısa vadede kurulacak olan bölgesel entegrasyon önemli. Tabii, bunun da ana ekseni, hukuk olmalı; Kürt, Arap, Sünni, Ezidi, Süryani veya Keldani'nin insani ve evrensel hukuka uygun bireysel ve kolektif haklarının tanındığı bir hukuk sistemi ekseninde olmalı"

‘ORTADOĞU'NUN SINIRLARI SİLİNMEMELİ, SİLİKLEŞMELİ'

"Türkiye, demokratikleşmeden Irak ve Suriye'nin bir şekle oturması mümkün değildir. Bu sınırların kesinlikle silikleşmesi lazım. Bakın, kalkması veya silinmesi değil, ‘silikleşmesi' tabirini özellikle kullanıyorum. Bundan da kastım, Türkiye, Suriye ve Irak'taki demokratikleşme süreçlerinin ardından vizelerin ve gümrüklerin kalkmasıdır. Bunlar da insan ve mal dolaşımını serbest kılar; ticaret, spor, kültürel etkileşim ve evliliklerin önünü açar. Bu saydıklarım, Arap Baharı'ndan önce neredeyse gerçekleşmek üzereydi. Türkiye, Suriye sınırındaki mayınları kaldırma çalışması yapıyordu. Ama hem bu yaşadığımız olaylar, hem de AK Parti'nin saf hayali bir Osmanlıcılık peşinden koşması ve ‘Gel, sen benim Müslüman kardeşimsin, gel seni bir seferlik öpeyim, hadi beraber dünyayı kurtaralım' şeklinde karikatürize edilebilecek bakış açısı bu işleri berhava etti. İnşallah bizim elimize bir güç gelirse, bu bozuklar, adım adım düzeltilecektir."

‘TÜRKİYE, KÜRT MESELESİNİ DEMOKRASİYLE ÇÖZEREK BÖLGEYE MODEL OLMALI'

"Türkiye'nin öncelikle kendi içindeki barışı sağlaması lazım. ‘Kendisi yardıma muhtaç bir dede, nerede kaldı başkasına himmet ede' diye bir söz vardır. Önce Türkiye'nin iç barışını sağlaması, Kürt meselesini çözmesi lazım. Kürt meselesinin iki tür çözümü var. Ya çatışarak, birbirimizi tüketerek ve ayrışarak; ya da anlaşarak, barışarak ve birbirimize güç katarak…Savaşın veya çatışmanın Ortadoğu halklarına hiç bir faydası yoktur. Yapılması gereken ortak bir sinerji ortaya çıkarmak. Çünkü Diyarbakır'da meşhur bir laf var ‘Biz kardeşiz ama cebimiz hariç'. Cep hariç kardeşlik olmaz. Kürtlerden bahsedildiğinde hemen ‘Onlar bizim canımız ciğerimiz' diye başlayarak bütün iç organları sayıyorlar. Bunların hiçbirinin bir anlamı yok. Önce hukuk olmalı. Düşmanla bile hukuk gerekirken; kardeşinizle hukuk şarttır. Herkesin hakkı tanınmalı, Kürt meselesi de Türkiye'nin demokratikleşmesi kapsamında çözülmelidir. Bu çözüldüğü takdirde, Türkiye Ortadoğu'ya model olur"

"Bir Müslüman demokrasisi çıkarmak zorundayız. Bizim bütün İslami yönetimlerimiz bir süre sonra Emevilerin, Abbasilerin tarihte yaptıkları gibi bir diktatörlüğe, totalitarizme bir hanedan veya şahsın iktidarına dönüşüyor. İslam dünyası bunu aşmalı. Eğer biz Müslüman demokrasisi çıkaramazsak bizim adil düzen, çoğulculuk, İslam hukuku laflarımız hepsi boştur. İşte AK Parti iktidarı bu hayali, hülyayı, umudu yerle bir etti. Türkiye'den dünyaya örnek Müslüman demokrasisi çıkaracakken, sistemi dönüp dolaşıp Kasımpaşa tulumbacılarının sistemine dönüştürdü."

‘NÜFUS CÜZDANI BİLE OLMAYAN KÜRT POZİSYONUNU ARTIK KİMSE KABUL ETMEZ'

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın "DSG ile müzakereye açığız ama askeri seçenek de masada" sözlerinin dünya kamuoyunda önemli yer tuttuğu bu günlerde, Suriye'nin kuzeyinde çözüme ulaşılmasının hayati önemde olduğunun hatırlatılması üzerine Tan "Mesela, Afrin nasıl çözülecek? Suriye'de İslami grupların geleceği ne olacak? Bu sürece Rusya da İran da Türkiye de müdahildir. O yüzden Türkiye önemli. Türkiye'de düğüm çözülsün ki diğer taraflara da düzen gelsin. Tek belirleyici Türkiye değil. Tüm dünyanın meselesi. ABD, Rusya, İran, İran'a bağlı Esed rejimi, Hizbullah ve diğerleri. İdeal olan Suriye'de demokratik rejimin tesisidir. İttifak olmadan bu da mümkün değildir. Türkiye kadar güçlü ve etkili olursa, yaptırım gücü ve orası o kadar güçlü olur. Tabii ki, yeni Suriye'de Kürtlerin mutlaka bir statüsü olacak. Bu statü; eyalet, otonomi, bölgesel yönetim gibi öneriler üzerinden tartışılır" ifadelerini kullandı.

"Nüfus cüzdanı bile olmayan Kürt pozisyonunu bundan sonra kimse kabul etmez" dedi ve şöyle devam etti:

‘PYD, TÜRKİYE'YE KARŞI SİLAH ÇEKMEYİ BIRAKMALI'

"Burada önemli olan, güçlü bir Türkiye'nin bu süreci çatışmasız şekilde ve barışla sağlamasıdır. Savaşmak çözüm değil. PYD, Türkiye'yle savaşarak mı bir çözüme varacak yoksa anlaşarak mı? Ben bu soruyu ikisine de soruyorum. Savaşarak bir yere varmak mümkün değil. Maalesef Batılı güçler, Kürtlere Türkiye'yle savaştığı müddetçe destek oluyor. Batı, Kürtlere ve PKK'ya Türkiye'yle savaştığı müddetçe destek oluyor, anlaştığında onlardan desteğini çekiyor. Biz Kürtler olarak bu oyunun bir aktörü olamayız, olmamalıyız. Türkiye'nin yapması gereken yeni Suriye'de Kürtlerin bir statü sahibi olacaklarını kabul etmesidir. PKK'ya, PYD'ye ve diğer Kürt örgütlerine düşen de Türkiye'ye karşı silah çekmeyi bırakmaları ve çoğulcu bir Kürt yapısına razı olmalıdır. Sadece sosyalist-Marksist bir yapı değil Barzani yanlılarının da diğer Kürt gruplarının da içinde bulunacakları yönetime katılacakları demokratik bir Kürt statüsündedir."

‘DÜN İSLAMCILAR KÜRTLERE HAMAL MUAMELESİ YAPTI; BUGÜN DE AYNI ŞEYİ MARKSİST SOSYALİSTLER YAPIYOR'

Saadet Partisi'ne geçiş kararının sorulması üzerine Altan Tan, SP'den aday olmasının herhangi bir şaşkınlığa mahal verecek bir hamle olmadığını şu sözlerle anlattı:

"Ben 1991'e kadar Refah Partisi'nde Genel İdare Kurulu üyesiydim. Doğu ve Güneydoğu bölge müfettişiydim. Peki biz neden HDP'de neden siyaset yaptık? O dönem, Refah Partisi Türkeş'le seçim ittifakı kurdu, aynı bugün Tayyip Erdoğan'ın MHP ile seçim ittifakı kurması gibi…Biz de bunun yanlış olduğunu söyleyip istifa ettik. Ben ve bir çok insan PKK'lı değil, sol-sosyalist-Marksist de değiliz. Biz Kürtler, Türkiye'de demokratikleşme süreciyle Kürt sorununun çözümü için orada siyaset yaptık. 2011'de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adı altında bir blok kurduk, rahmetli Şerafettin Elçi ağabeye kadar PKK'lı, sosyalist, Marksist olmayan bir çok insan bu ittifakın içine girdi. Ama bir müddet sonra, PKK'nın egemen siyaseti bu partilerin üzerine çöküp partileri kendi bildiği yöne doğru götürmeye başladı. Selahattin Demirtaş'ın son seçildiği kongrede bir konuşması var. Orada HDP'nin ‘demokratik bir kitle partisi' olduğunu söylüyor. Demokratik bir kitle partisi ne demek? İçinde Müslümanların, demokratların, liberallerin, sosyalistlerin herkesin olduğu çatısı demokrasi olan geniş birlikteliktir. Ama bugün geldiği noktada HDP, marjinal Türk ve Kürt solunun kesin egemenlik kurduğu Alevi milliyetçiliğini öne çıkaran sekter bir grubun tekeline girdi. Ve artık kendi sol-sosyalist-Marksist bir blok olarak tarif etmeye başladı. Buna iki türlü itirazımız var. Bu savundukları sol, sol değil. 1960-70'lerde kalmış Kuzey Kore, Arnavutluk veya Nikaragua'daki sol anlayışıdır."

Tan "Halbuki solun geçirdiği bir sürü evrim var. Avrupa'da 30-40 yıl önce Fransa'da İtalya'da başlayan tartışmalar, Avrupa komünizmi, sosyal demokrasi, Yeşiller Hareketi ve ötesi çevre hareketleri var. Bugünkü sol anlayışının dünyada yeri yok. Rusya, Çin, Arnavutluk terk etti. Bunu getirip Kürtler üzerinde denemek, Kürtleri hamal yerine koymaktır. İsmail Beşikçi kardeşimizin ‘Hamal Kürt' diye bir kitabı var. Yıllarca İslamcılar da Kürtleri hamal olarak kullandılar, Kürtlere bütün işlerini yaptırıp köşeye döndükten sonra bütün ihaleleri Karadenizlilere verdiler. Dün İslamcıların yaptığını bugün Marksist, sol gruplar yapıyor. Devrimcilik oynuyorlar. Şu an Kürtlerin ezici çoğunluğunu dindar, muhafazakar ve geleneksel olanlar oluşturuyor. Bunun Marksizmle veya sosyalizmle ilgisi yok. Bunları Kürtlerin sırtına bindirmiş durumda" diye devam etti.

‘DİNDAR MUHAFAZAKAR KÜRTLERİN AK PARTİ VEYA HDP'DE SİYASET YAPMA ŞANSI KALMADI'

Kendisinin SP'den İstanbul 3. bölge 1. sıra adayı olduğunu hatırlatan Tan "Bugün benim bölgemde HDP'nin kazanacak yerdeki bütün adayları Marksist, sosyalist ve Alevi kökenden gelen ve dindar Kürt kitlesinin dışındaki adaylar. Ben ne sosyal demokrasinin Avrupa'da yorumlanan şekline ne de Aleviliğe karşıyım. Mecliste 7 yıldır iki yardımcımdan biri olan kişi Alevi. Ben bugün, zamanında gerek mecliste, gerek partide, gerekse kameralar önünde söylemediğim hiçbir şeyi söylemiyorum. Ama 1,5 milyon Kürdün yaşadığı bölgede liste başına bunları koyamazsın. AKP'de de durum farklı değil. Geçen seçimde İstanbul 3. bölgesine 16 milletvekili çıkarmış, 17'nci sıraya kadar tek bir Kürt adayın ismi yok. AKP, Kürtleri komple temizleyip atmış; HDP de dindar muhafazakar Kürtleri temsil etmiyor. Bize ‘etnik milliyetçilik dincilik yapıyorsunuz' diyenler, bize ‘gerici, yobaz' diyenler; diktatör de yobaz da gerici de totaliter de sizsiniz. Ey Adalet ve Kalkınma Partisi, sen etnik milliyetçilik yapmıyorsan İstanbul'da üç bölgenin başına neden birer Karadenizli koydun? Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Berat Albayrak.. Benim Karadenizlilerle de alıp veremediğim yok. Benim kendi kızım Karadenizli ile evli, ailede 27 tane Karadenizli gelin damat var. Benim kimseyle alıp veremediğim yok. Ama ben sahtekarlık, bölgecilik ve Aleviciliğe karşıyım. Buna karşı dur demek boynumuzun borcu" ifadelerini kullandı.

Tan "AKP'nin MHP ile ittifak kurması ve Erdoğan'ın insanı gaflet içinde bırakacak şekilde bozkurt işareti yapması… Dolayısıyla bir tarafta Kürt siyaseti tamamen askeri, polisiye tedbir üzerine, vaatler bile barındırmayan taraf haline geldi. Kürtlerin bugün AKP'de, dindar muhafazakar Kürtlerin ise HDP'de siyaset yapma şansı kalmadı" diye ekledi.

‘HENDEK SİYASETİ GEÇMİŞTEKİ KAZANIMLARI HEBA ETTİ'

Kürt sorununun çözümünde "hendek siyasetinin" politik kazanımları heba ettiğine vurgu yapan Tan, 2011'den bu yana olan süreci şu sözlerle aktardı:

"2011 yılında parlamentoya güçlü şekilde girdik 2005'te de 80 milletvekili çıkardık ancak arkadaşlar bu 80 milletvekilini heba etti. Hendek siyasetleri büyük bir hataydı. PKK' nin iç savaş çıkarma siyaseti tamamen yanlıştı. Ki HDP Eş Genel Başkanı çıkıp FOX'ta ‘halk bu hendekleri savunmak için kazdı' diyereko siyaseti eleştirmekten yine kaçındı. Hendek siyaseti, şiddet siyaseti yanlısı tutum veya şiddete tavır alınmaması, kazanımları geçmişte heba etti. Farz edin HDP yine 80 milletvekili çıkardı. Eğer HDP aynı anlayışı izlerlerse dün yaşananlar tekerrür eder. Saadet Partisi'ne gelirsek SP, şiddeti, savaşı dışlayarak bu sorunların Meclis içerisinde tartışılarak Kürtlerin insani vicdani ve evrensel hukuka uygun haklara kavuşmasını destekliyor. Bunun içerisinde en önemlisi dildir. Gazetede, dergi seçmeli ders vs en üst notası da ana dilde eğitimdir. Bunu SP Genel Başkanı(Temel Karamollaoğlu) söylüyor. Bir çok sorunun yerinden yönetilmesini savunuyor. SP'de bugün söylediğimiz silahların susması, şiddetin bitmesi ve yeni demokratik anayasanın inşasıdır ve bu anayasa da diğer bütün kürtlerin diğer herkes gibi kendi demokratik kimlikleriyle ilgili hakların kavuşmasıdır."

‘SAADET PARTİSİ İKİ TARAF ARASINDA SIKIŞMIŞ KÜRTLER İÇİN ÜÇÜNCÜ YOL SUNUYOR'

Altan Tan, kendisinin CHP'den aday olacağı söylentilerinin ortaya çıktığı hatırlatıldığındaysa "Beni yıllarca her yere yakıştırdılar. Çözüm olmayan yerde olmam mümkün değil, CHP hala Kürtlerin ana dilde eğitimini yerinden yönetimi anayasal vatandaşlık terimini savunamıyor. Keşke HDP demokratik çoğulcu kitle partisi, CHP Batılı anlamda sosyal demokrat, AK Parti ise Müslüman demokrat bir parti olabilseydi" diye konuştu.

Saadet Partisi'nin içinde bulunduğu millet ittifakındaki olası rolünün sorulması üzerine Tan "SP olarak biz devlet ve PKK; HDP ve AK Parti arasında sıkışan Kürtlerin durumunu düşünüyoruz. Bu tarafların politikaları birbirini besliyor. Tam da bu noktada Saadet Partisi üçüncü bir yol sunuyor. Şiddete, savaşa karşı, demokrat hak savuncusu yolu çiziyor. Tabii, sadece Kürtler için değil herkes için… Burası bir yeni kanaldır. Bir köprü vazifesi görecek. Hacmi küçük olsa da bile, yol gösterici olacaktır, aynı bugün millet ittifakında oynadığı rol gibi. Saadet Partisi'nin alacağı oyların ana gövdesinin bir kısmı AK Parti, bir kısmı ise HDP'den gelecek. Sadece dindar olanlarından değil orta sınıf Kürtlerden de Saadet Partisi'ne oy geleceğini düşünüyorum. SP'nin şiddete karşı seküler Kürtlerin de temsilcisi olduğumu düşünüyorum" diye ekledi.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.