1. YAZARLAR

  2. Sedat Doğan

  3. Akp ve Muhalifleri Kavgasında Kürtlerin Konumu
Sedat Doğan

Sedat Doğan

Hekib - Heybe
Yazarın Tüm Yazıları >

Akp ve Muhalifleri Kavgasında Kürtlerin Konumu

A+A-

     Son günlerde yine bunalımdayız. Diyebiliriz ki Türkiye tarihi daha çok bunalımlar tarihidir. Bu bunalımlarda taraflar bütünüyle ilkesizdirler, birbirlerini fütursuzca yok ederler. Bu kavgada kim kazanırsa kazansın, kaybedenler hep, devlete ittiati ibadet olarak ezberlemiş, geniş halk yığınları olur. Alttaki teba. Yani çılgın, Yılgın Türkler ve diğer memalik olur. En ağır faturayı hep onlar öder.

     Bu Osmanlıda da böyle idi. Günümüzde de hep böyle ola gelmiştir. Az buçuk bir tarih bilgisi bize bunu çok net sunuyor. Değişen sadece aktörlerin isimleri olmuştur. Bu kavga, öz itibariyle çapsız ve ilkel (!) çarıklı, külahlı, şalvarlı tebaa’yı çağdaşlaşması gereken varlıklar olarak görüp, kendilerini onları yönetmeye kadir gören ekâbirler ile onlara nazaran halka yakın duranların kavgasıdır. Başka bir deyimle bu seçkinler ile halkın savaşıdır ve hala sona ermiş değildir… Bu gün yine aynı şeyi yaşıyoruz, diyebiliriz.

     2001 Ecevit koalisyon hükümetinde patlak veren krizde orta sol, muhafazakâr liberal sağ, radikal milliyetçi MHP’nin ortak olduğu bir iktidarın çöküşü vardı. Sosyolojik doğrular gereği bunun sonrasında başa gelmesi gereken, adam gibi bir projesi olan sol bir iktidar idi. Ama bu topraklarda halkın değerleri ile uyumlu bir sol anlayış olmadığı için, onun yerine hiç hesapta olmayan farklı bir şey geldi.28 Şubatta çeşitli zorbalık ve entrikalarla görevden uzaklaştırılan Milli görüş lideri Erbakan hocanın arkadaşları ve öğrencileri iktidarı devraldılar. İslamcı kökenli ama kendilerini gömlek değiştirmiş, muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan TayyibErdoğan ve arkadaşları, yani AKP başa geldi…

     AKP, çeteler ve mafya’nın yangın yerine çevirdiği ülkeyi o bunalımdan kurtarıcı kutsal bir mit imajı ile başa geldi. Bu iddianın içini ne kadar doldurdu? Bunu kamuoyu takdir eder. Ancak 12 yıldır iktidardadır. Galiba AKP’nin ne muhalifleri ne de muhipleri onu doğru tanımlayıp olması gereken yere oturtamıyorlar. Buna biz Kürtler de dâhiliz. Muhalifleri, her şeyine akıl ve izandan uzak rijit bir dil ile müzmin bir muhalefet sergiliyor. Her şeyine karşı çıkmayı muhalefet sanıyor. Muhipleri ise, biraz da iktidardan nemalanmanın ürünü omurgasız bir duruş ve körce bir mürit bakışıyla her şeyine sorgusuz sualsiz teslim oluyor. İktidarın yaptıklarına kendilerineözgü bir duruşla yaklaşamıyorlar. Olaylara hak ve adalet penceresinden bakamıyorlar. Bir yapının kadükleşip verimsizleşmesi için bu tablodan daha vahimi, onun da bu şablona girmesi olsa gerek...

     Eğer toplum, AKP’yi doğru tanımlayabilseydi, ondan kendi hayrına meşru ve faydalı bazı pratikler çıkarabilirdi. Bu daha çok biz Kürtler için geçerli bir çıkarımdır… Çünkü her iktidar kendi ufku kadar insan ve ülke’nin yaşamına ya bir katkı yapar ya da ondan bir şeyler alıp götürür.

     Bu nedenle AKP nasıl bir zihinsel arka plana sahip, önce onu bulalım. Ardından, ona dair duruşumuz kendiliğinden ortaya çıkar.

     AKP, ortalama Türk Müslümanlığının kendini yeni bir dil ile üreterek devlet adlı gemilerini sahili selamette limanına eriştirme projesinin adıdır. Devlet-millet-ebed müddet felsefesinin legal zeminde yeni bir kurgulanmasıdır. Bu nedenle bu kurguda dini kavram ve görünürlükler çok fazladır. Ama bu salt İslamcı bir okuma değildir, Türk İslamcılığının kendini yenilemiş halidir. Eğitimli veya vasat bir Türk Müslüman’ın kendi devlet çarkı içinde insan haklarına, farklı etnik yapıların hak ve hukuklarına bakış açısı ne ise AKP’ninki de odur, diyebiliriz. Adına “Demokratik Süreç” dedikleri serüvenin özü budur.

     Zira Osmanlı 72 milletten oluşuyordu. Bu 72 millet şöyle ya da böyle bazı haklara sahipti. Ama amiral gemisinin kaptan köşkünde hep Osmanlı ruhu vardı. Osmanlı bu toprakları 600 yıl böyle yönetti. Bu iyi miydi, kötü müydü, o tartışmaya girmiyoruz. Mevzumuz bu değil. AKP’nin zihinsel alt yapısını konuşuyoruz. Ve bu yapıdaki AKP’nin bu gün bu ülkede yaptığı özetle budur, diyebiliriz.

     Bu nedenle bodoslama bir muhalefetle AKP’ye dalan kimi solcu Kürtlerimiz, bu yaptıklarına sözde ulusal kurtuluş mücadelesi diyorlar. Kimi İslamcı Kürtlerimiz ise balıklama bir dalışla kendini onun hizmetine adamışlar, onlar da buna İslamcılık diyorlar. Bu dostlarımıza en hafifi ile saf demekle yetinelim. Gereksiz bir tartışmaya gerek yok... Ama dostlarımız şunu bilsinler ki, AKP’nin zihinsel alt yapısı üç aşağı beş yukarı budur.

     Sitemimiz bizim Kürtleredir. Bizler hangi din ve ideolojiye mensup olursak olalım. Eğer bizim gasp edilmiş bir millet ve temel haklar gerçeğimiz ve bu gerçeğin hak ve adalet temelinde yaşam bulabilmesi için meşru bir mücadelemiz varsa, bu işe dair bütün adımlarımızı bu gerçeğe göre atmalıyız. Dost, müttefik veya düşmanlarımızı buna göre konumlandırmalıyız.

     Bireysel yaşamımızda kendimiz için bazı romantik hayallere kapılabiliriz. Nihayetinde bundan birinci dereceden sadece kendimiz etkileniriz. Ancak toplumsal yaşamda durum böyle değildir. Bir millet, bir toplum adına attığımız bir adım veya verdiğimiz bir karar o milletin bütünün yaşamını cennete de cehenneme deçevirebilir. Aynı anda milyonların onore edici dualarını da, meşum beddualarını da alabiliriz. Doğru adımın bu dünyadaki karşılığı sosyal refah ve rahatlamadır. Yanlış adım ise adaletsizlik, zulüm, kriz, kaos, anarşi, terör, Kan ve göz yaşıdır. Bunların öbür dünyadaki karşılıklarını söylemeye gerek yok.

     Bu nedenle biz Türkiye’de yaşayan Kürtler için bu konuyla ilgili şu söylenebilinir. Eğer kendimizi tek başımıza yönetip idare etme noktasında, dünya normlarına uygun, hak ve adalet temelli bir oyun kurucu. Şeffaf ve meşru demokratik bir irade olarak ortaya çıkabiliyorsak, buyurun hodri meydan, kendimizi yönetelim. Yok, buna gücümüz yetmiyor ki, mevcut veriler bunu gösteriyor, o zaman milletimize ölüm safarileri ve cehennemleri yaşatmayacak veya en azından az zarar vereceğini tahayyül ettiğimiz aktörlerle stratejik ittifaklar yapmamız gerekmiyor mu?

     Aklı, dengesi yerinde, vicdanı temiz hangi yönetici halkını, göz göre göre zarar göreceği marjinal ittifaklara ve sonu meçhul maceralara sürükler? Gerçek bir halk iradesinin egemen olduğu toplumlarda liderler halkın reyi olmadan böylesi maceralara atılmazlar. Çünkü kendilerinden hesap sorulabileceğinin bilincindeler...

     İşte bu bağlamdaAKP ile Gülen Cemaati arasındaki kavganın arka planına baktığımızda derinlerde birileri AKP’nin ipini çekmişe benziyor.

     Nitekim eski MİT’çi Bülent Orakoğlu, son operasyonlarla ilgili: ”AkParti’yi bitirecekler”, diyor. Dış güçlerin Ak Parti’yi tamamen yok edecek bir projeyi hayata geçirdiğini belirtiyor. Başbakan’ın Barzani ile Diyarbakır’a gidişi, Kuzey Irak yakınlaşması, Irak petrolünün Türkiye’ye akmaya başlaması ,..işte tüm bunlardan rahatsız oldular. Ardından Halkbank uluslararası anlamda itibarsızlaştırıldı.” diyor.28 Şubat’ın sivil ayağına operasyon yaptırmayan, vatan hainidir.” şeklinde değerlendirmelerde bulundu.( 08.01.2014-Genç time.com)

     Hedef şu olsa gerek:

     a)Yarının Türkiye’sinde mümkünse AKP ’siz bir Türkiye.

     b)Bu olmazsa Tayyipsiz ve bütünüyle DYP-ANAP kıvamına gelmiş bir AKP tasarlanıyor.

     Bu ne kadar başarılır onu bilemiyoruz. Ancak bir an için bu ülkede CHP, MHP, Cemaat, Derin sol-sağ ve onların yedeğindeki kimi cemaatlerin egemen olduğu bir Türkiye düşünelim. Bunların başta Kürtler olmak üzere diğer etnik yapılar için sarf ettikleri söz, beyan ve yaptıkları eylemleri alt alta konulduğunda insan, bu etnik yapıların başına gelecekleri tahayyül bile etmek istemiyor. Bunu düşünürken 90’larda, özellikle T. Çiller ve DYP -ANAP hükümetlerindeki meşhur isim ve kahramanların(!) memleketi, özellikle Kürt coğrafyasını ve Kürtlerin yaşadıkları yerleri nasıl da Polpotun ölüm tarlaları haline getirdiklerini göz önünde bulundurarak düşünürsek, tablo daha netleşir. Sadece Jitem, Ergenekon, Çiller, Çatlı, Perinçek, Yeşil, Ağar… Gibi bildik isim ve kavramların bir araya gelmeleri bile çok şeyi anlatıyor aslında. Detaya gerek yok.

     Ama şunu çok iyi biliyoruz ki o klikler başa geldiğinde: Bu gün içselleştiremediğimiz bazı kısmi iyileştirmeler ve demokrasiye nefes aldıran küçük adımlar bile vatan millet-Sakarya edebiyatıyla rafa kalkabilir. Kürt sorunun barışçıl bir şekilde çözümü mevzusu bütünüyle gündemden düşebilir. Bunların yerine, bu güne değin hiç denenmemiş en kirli yöntemlerle Kürtlerin topyekûn imhası gündeme gelebilir.

     Enflasyonu, ekonomik krizi, dövizin fırlayıp, bankaların batırılarak, halkın çok daha ağır ekonomik krizlerin pençesinde inletilerek, gariplerin parasıyla oluşacak yeni holdingler ve zenginleri saymıyoruz.

     Doğrusu bizim gibi ülkelerde bunların olmaması için öyle ciddi engel görünmüyor. Sıradan bir iktidar değişikliği yeter. Çünkü merhum Özalın Kürt meselesi için” büyük bir barış” tan söz ettiği 80’li yıllar bittiğinde, ölümünün hemen sonrasındaki 90’lı yıllara 40-50 bin insanın ki, bunların çoğunluğu Kürt’tü, kaybını,17.500 faili meçhulü. Özalın şüpheli ölümünü. Ona yakın sayılanTuğg. Bahtiyar Aydın ve Org. Eşref Bitlis’lerin ölümleri, pek çok Kürt siyasetçisi ve iş adamlarının şüpheli ölümleri. Yakılmış, yıkılmış, boşaltılmış 3-4 bin köyü. göçe zorlanmış 3-4 milyon insanı sığdırabilmiş bir ülkedir burası…

     Biliyoruz, bu yazdıklarımız kimi fanatikler için gizli bir hayranlık olarak algılanacak. Bu bizi üzecek ama şunu gönül rahatlığıyla belirtiyoruz ki kimseye ne gizli ne de açık bir hayranlığımız yok. Lakin biz mezkur hayranlığı, insanların canlarını almakla yetinmeyip namuslarına da musallat olan psikomanyak paramiliter lejyonerlere duyulan gizli mazohizme tercih ediyoruz. Belki birileri bizi çok ilkel bulabilir, ancak biz hayat ve kültürümüzdeki değer ve kavramlara onların değil, kendi gözlüğümüzle bakıyoruz

     Zira mevcut aktörler ile AKP objektif olarak mukayese edildiğinde AKP’nin olmadığı bir Türkiye, bu haliyle bile cehennemin kıyısı olarak okunabilir. Bu bir hayranlık falan değil tam tersine hakikatin ortaya konmasıdır. Zira herkesin karnesi ortadadır. Budurumda biz Kürtlerin içine düşürülmek istendiği hal ise şu fıkra ile özetlenebilir. Meşhur bir fıkradır, anlatılır:

     Tilki, bir gün ormanda gezmektedir. Bir ağaçta asılı bir ceylan leşi görür. Tilkinin karnı çok açtır ancak durumdan şüphelenir. Leşi kontrol eder ve görür ki bu bir tuzaktır. Leş, bir iple bir bombaya bağlıdır. Biraz uzağa gider ve orada yatar. Biraz sonra Kurt gelir. Manzarayı olduğu gibi görür; tilkiye sorar:-Ne yapıyorsun dostum? Tilki cevap verir: -Hiç, yatıyorum.-Burada bir Ceylan ölüsü var.-Evet var.-Neden yemedin? Tilki sakince cevap verir: -Bugün orucum... Kurt kendinden emin: -Ben yiyeyim o zaman. Tilki: -Buyur afiyet olsun. Kurt buda uzanır uzanmaz bir patlama ortalığı toz duman eder... Kurt yaralı, fırladığı yerde perişan halde yatarken, tilki sakince leşi yemeye başlar. Bunu gören Kurt:-Eee, hani oruçtun? Diye sitem eder. Tilki pişkindir: -Biraz önce top patladı ya, duymadın mı? diye merakını giderir...

     Siz klasik şiddet yanlısı ateist bir solcu, hayalî bir sosyalist, fantastik bir feminist, Ergenekon mahreçli bir CHP’li veya ırkçı bir MHP’li olabilirsiniz. Bu nedenle dindar tandanslı olan herşeye, bir iktidara, dolayısıyla AKP’ye müzmin bir muhalif olursunuz. Bu sizin açınızdan gayet normal bir durumdur... Ama eğer siz dindar iseniz. Yani kendinizi dindar bir Türk veya Kürt olarak tanımlıyorsanız, bu kafaların üretimi olan argümanlar üzerinden dindar bir yapıya, dolayısıyla AKP’ye böylesine müzmin ve toptancı bir muhalif olmanız, varlık sebebinizi anlamsızlaştırır. Çünkü her şeyden önce dindar kimliğinize muhalif bir duruma düşersiniz. Benzer hatalar sizden de sadır oluyorsa başkalarından önce kendinizi eleştirmeniz gerekir.

     Bu kesinlikle şu anlama gelmiyor. Bu iktidar ne yaparsa eyvallah. Milleti padişahım çok yaşa hastalığına kaptırmak gibi bir derdimiz yok. Kendimizle çelişmemeye çalışıyoruz. Zira somut tecrübelerle sabittir ki, bu kafaların egemen olduğu bir dünyada dindar bir insan hem manen hem de madden zor rahat eder.

     Bu bağlamda biz Kürtler şu yolu izlemeliyiz. AKP’nin doğru politikalarına destek olup onu daha çok doğru şeyler yapmaya teşvik etmeliyiz. Yanlış yaptığı yerde ise o yanlışına cesurca karşı çıkıp daha büyük yanlışlar yapmasına engel olmalıyız. Yakinen denetlendiğini bilsin. Yanlışa kolayca sapmasın... Bu bağlamda AKP ile kimi alanlarda bazı stratejik işbirlikleri yapılabilir. Ancak AKP, Türkiye’nin meşruiyeti yanında kardeş Kürdistan’ın da meşruiyetini kabul etmeyene kadar Kürdistan’ın maslahatı açısından bütün bunlar ona Kürdistan’da meşru bir yapı olduğu hakkını vermemeli. Bir CHP, HDP, MHP ve diğerleri Kürdistan’da ne kadar meşru ise AKP de o kadar meşru olarak kabul edilsin.

     Biz bundan yola çıkarak kimseyi AKP’nin yanlışlarını onaylamaya ve onun gölgesinde oluşan yolsuzlukları görmemezlikten gelip günahlarına ortak etmeye çırpınmıyoruz. Nitekim bu aşamada AKP’ninözellikle Kürt meselesindeki hata ve günahlarını şöyle sıralayabiliriz. Bu hassas süreçte yenisi hariç, atadıkları bütün içişleri bakanları tam bir fecaat örneği. Özellikle milletle dalga geçtiği için adı taklacıya çıkan İ.N.Şahin, kendine özgü bir nümune olsa gerek... Şemdinli’de Eski Gen. Kur. Başkanı Yaşar Büyükanıtın “ bombacı ” iyi çocuklarını” sorgulayan savcıyı görevden alması. Başbakanın 2005 yazı Diyarbakır konuşmasının içini doldurmaması. En fecisi ise 34 masum canın, mazlum köylünün kaçakçı, terörist diye yitirildiği Roboski faciası. Ve hala yerini bulmayan adalet gün geçtikçe yeni facialara kucak açıyor. Kürtlerin anadil talebine karşı bazı AKP’li politikacıların maskaralık tutumları ve açıklamaları. Hükümetin bu konudaki tekçi ve ketum zihniyeti. Suriye meselesinde sözüm ona güya Müslümandiye, Arap katliamcıların arkalarını tutan tarafgir politikaları. Kürt meselesinin çözümü için bir yandan PKK ile görüşme, öbür yandan Suriye Kürtlerini düşman belleyen tutarsız politikaları tam bir fecaat. 12 Eylül Darbecisi Kenan Evren bile Kürtler arasında Berlin Duvarını çağrıştıran duvarlar öremedi. Ama ne yazık ki bu iktidar bunu denedi. Ve çözüm sürecindeki devletçi direngen tavrı… gibi daha pek çok şey, zihinlerde ciddi sorulara yol açıyor.

     Ancak bütün bunlar AKP’yi bir darbe ile düşürüp onun yerine sicili daha kötü birilerini getirmek için meşru bir gerekçe olamaz. Kürtler açısından bu, amiyane bir tabir ile “Attan inip eşeğe binmek” gibi bir durum ortaya çıkarır. Zira mevcutlar içerisinde AKP, ne yazık ki kötünün iyisi konumunu koruyor. Öyleki Kürt siyaseti bile onun gölgesinde kalıyor. Ona alternatif olabilecek politikalar üretemiyor.

     Hasılı kelam eğer Kürtler, Kürt sorununun barışçıl bir zeminde çözümünü gerçekten istiyorlarsa bu mesele için şu anda legal zeminde iki aktör var. AKP ve BDP. HDP veya CHP gibi aktörler, hedef saptırıcı ve çözümden çok çözümsüzlüğü ön plana çıkaran yaklaşımlardır. kürt sorununun temelinde tekçi, inkârcı ve imhacı Kemalist CHP zihniyeti yatıyor. Kürtlere karşı yapılan bütün katliamların temelinde bu zihniyet var. Kendimizi kandırmanın âlemi yok. Bununla yüzleşmeyen bir CHP Kürtler için barış falan getiremez. Ayrıca HDP, halk arasında Kürtlerin kimliksizleştirilip CHP’nin, yani Kemalizm’in kucağına itilme olarak okunuyor.

     Tam da bu durumda öyle bir noktadayız ki, kendimizi kandırmak sadece bizi değil topumuzu bir çıkmaza sürükleyebilir. Yukarıda da değindik, Cemaat ve CHP tek tipçi Turancı inkârcılığın farklı versiyonlarıdır. Onların Kürt sorununun çözümünden anladıkları ya Kürtlerin fiziki olarak, ya da kimliksizleştirilerek imhası veya kendi buyurgan devletlerine kayıtsız şartsız ittiat ettirilmesidir. MHP ve onun zihniyetine yakın cemaatler ve Ergenekoncu yapılardan söz etmeye bile gerek yok.

     Hoş AKP’nin bu konuda bir projesinin olup olmadığı da tartışmalıdır. Ancak kadro ve imkânlar açısından bir çözüm geliştirebilir. Kürtlerin üreteceği makul bir projeyi hayata geçirebilir. Yani Kürtler kendi barışçıl projelerini ona onaylatabilirler. Bunu AKP’nin tavanı da tabanı da bir noktaya kadar tölere edebilir. Ancak diğer yapıların böylesi bir yatkınlıkları yok.

     Bu nedenle biz Kürtler, çok hayati derecedeki meselelerimizi doğru bir temelde ele alıp kendimiz çözmez veya doğru bir partnere çözdürmezsek, korkarım ki barışçıl çözüm şansımızı tümden kaybedebiliriz. Eğer yanlış düşünüyorsak, dostlarımızla birlikte doğruyu bulmaktan zevk duyacağız. Bizden söylemesi.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.