Ağlanması gereken, eriyen bütün nesillerdir!
Bugünlerde, 1972de idâm olunan marksist gençlerin yıldönümü dolayısiyle ilginç görüşler aktarılıyor.. Bir tv. dizisinde canlandırılan o günlerin Türkiyesi nicelerini eleme garketmiş.. Halbuki, o dönem binlerce genç insanın birbirini çılgınca öldürdüğü, nice binlerce ailenin yüreğinin yandığı bir dönemdi.. Konuyu sadece birkaç genç insanın idâm olunmasına indirgemek, insana bakışımızın sığlığını da gösteriyor.. Halbuki, sadece bu birkaç gencin idâm günleri değil; son 200 yılımız, baştan başa siyasî sebeblerle meydana gelen bir sosyal yanardağ patlaması halinde geçti ve kraterinden püsküren lavlar da, insan bedenleriydi..
Bir şeyleri yeni mi görüyoruz, yoksa bir şeyler bize yeni mi gösteriliyor ve gösterenlerin hedefi ne? Ve onlar bize diledikleri gibi bir yön vermek için istediklerini mi gösteriyorlar?
Mustafa F. Kubilayın Menemende öldürülmesini 78 yıldır unutturmayan bir rejimin, İstiklâl Mahkemelerinde adâlet adına öldürttüğü onbinlerce mazlûmun dosyasının açılmasına, 80 küsur yıl sonra, hâlâ da izin vermemesi düşünülmeli değil midir?
Bunları düşünürken, içinden geçtiğim zaman tüneli de bir film gibi gözümün önünden geçti..
önce belirteyim, son derece kıraç bir sosyal zeminde, kumar ve içkiye, tasavvur edilemez yoksulluklara esir düşmüş bir küçücük köy çevresinde büyümüştüm, Samsun-Kavakta.. Eğer ailemden aldığım ilk inanç kırıntıları olmasaydı ve komünistler de samimî olsalardı, benim onların yanında olmam gerekirdi.. çünkü, tam da onların sözünü ettikleri en yoksul şartlar içinden gelmekteydim. Ama, onlar, sadece fukara edebiyatı yapıyorlardı.
ç. Altan ve İ. Selçuk onların medyadaki en acar sözcüleriydi.. ç. Altan, paşa torunuydu; N. Hikmet gibi.. N. Hikmetle hâlâ çocukları olan M. A. Aybar da Osmanlı Sarayındandı. Sabiha (Sertel) ise, Selanikli bir sabetaist ailenin.. (Ki, sabetaistlerin kendi dışlarından kız vermedikleri halde, o bu kuralı tanımayıp Zekeriya Sertelle evlendiğini hâtırâtında yazmıştı.)
Aslî sözcüleri böyle olan bir kesimle benim nasıl bir kafa, kalb ve gönül birliğim olabilirdi?
Ortaokuldayken, tuğla-kiremit ocaklarında, çamur içinde 2-3 lira yevmiye ile çalışıyor, bir taraftan da, Samsunda yayınlanan (ve adından anlaşılacağı gibi, hiç de türkçü olmayan (!!) ) Türk Kanı isimli bir gazeteyi okuyordum..
Bu gazetenin başlığın iki tarafında, iki söz yayınlanırdı, sürekli.. Bir tarafında, Saîd Nursîye nisbet olunan ve türkler bir bedende baş, kürdler kuvvetli bazu hükmündedir, riyaset türklere mahsustur.. gibi, beni okşayan bir söz yazılırdı.. Karşı köşede ise, M. Kemale aid; Türklük âleminin en büyük düşmanı komünistliktir; her görüldüğü yerde ezilmeli.. sözü.. Her yanda, Komunizmle Mücadele Dernekleri kuruluyor, Kıbrıs mitingleri tertibleniyordu.
Ve fransız emperyalizmine karşı Cezayir İstiklal Savaşı bütün şiddetiyle sürüyor ve ben, verilen o müthiş İslâmî mücadeleye, tuğla ocaklarında çamur içinde çalışırken, şiirler okuyor/yazıyordum. Irakda 1958de meydana gelen korkunç kanlı darbe de gündemimizi oluşturuyordu. Ortaokulu bitirdikten sonra, ailemin beni Samsunda lisede okutması mümkün olmadığından bir yatılı okula girmem gerekiyordu.. Ankara Sağlık Okulu da başvurduğum yatılı okullardan birisiydi.. Ancak, imtihan yoktu.. Müracaat fazlaları, kura ile eleniyordu. Ve, talihim yâver (!) gitmiş, ben elenmiştim.. Ne yapacağımı bilemiyordum.. Rahmetli babamın, çocukluk yıllarında köy çayırlarındaki güreş arkadaşı olan Yaşar Doğuya, belki unutmamıştır, sana yardımı olur.. diye yazdığı bir mektubla Ankaraya gelmiştim.. İlk kez geldiğim bu büyük şehirde Yaşar Doğunun evini postacıların da yardımıyla, bulmuştum; Hacıbayram Camii civarında.. Ve bir sabah, güneş doğarken çaldığım kapıda rahmetli Yaşar Doğuyla karşılaşıyordum.. O da, elbise ve lastik ayakkabıları yırtık ve tanımadığı bu çocuğu Yenişehirdeki Sağlık Okuluna götürüp, kontenjanda açık olan bir kişilik yere yazdırıyordu.
27 Mayısla o okuldayken karşılaştım. Hukuk adına Yassıadadaki korkunç yargılamalar, tam bir faciaydı.. Okulu bitirip, Konya Devlet Hastanesine tayin olunduğum sırada, Menderes ve arkadaşlarının idâmı gerçekleşmişti.. Sonra, Harbokulu Kom. Kur. Alb. Talat Aydemirin 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963deki iki ihtilal teşebbüsü, İsmet İnönüye karşı ve idâmları..
1965de Demirel iktidara geldiğinde, Diyarbakırda memurdum.. Bir taraftan da, lise fark imtihanlarını verip İst. Hukuka girmiştim. Ortadoğu, 1967 Haziranındaki 6 Gün Savaşında, Mısır, Suriye ve ürdün ordularının İsrail (örtülü Amerika) karşısında korkunç şekilde yenilmesinin derin acısı içinde kıvranıyordu.. Bizdeki öğrencilerin çoğu ise Sosyalist Enternasyonal Marşını okuyor, İktisad Fak. Doç. Mâhir Kaynakı geleceğin Sosyalist Türkiyesinin C. Başkanı diye selâmlardı. (Kaynak, MİT ajanlığını 1972de itiraf edecekti.)
1968 Haziranında yılsonu imtihanlarına katılmak üzere geldiğim İstanbulda, hadiseler patlak vermiş; üniversiteyi işgal eden öğrenci hareketi başlamıştı.
İst. üninin iç avlusunda, uzun boylu bir genç adının Deniz Gezmiş olduğunu söylüyor ve, Sağ-sol yok, birlik var. Dün gece, 01.00de 3 arkadaş, bir işgal komitesi kurup, üniversiteyi işgal ettik. öğrenci meseleleri halledilecek.. diyordu. Ama, o sırada, bir ses yükseliyordu: 3 arkadaş da saat 01.30da Redd-i İşgal Komitesi kurduğunu açıklasa, nolacak?
Herkes o sözü söyleyenin üzerine geldi: Ne demek istiyorsun? Sen işgale karşı mısın?
O sözün sahibi, kendisini savunuyordu: üniversite öğrencisi, güdülememeli.. Ben, mantıkî ve mümkün bir faraziyeden sözediyorum. diyordu..
Neyse ki, kalabalığın elinden sıyrılmış ve imtihanlar yattığından, Diyarbakıra dönmüştüm.
Sonra, tahsilimi tamamlamak için, İst.-çapa Hastanesine tayin olundum; ama, o günler büyük sosyal çalkantılar içinde geçti. 16 Haziran 1970de, komünist tahrikli büyük işçi hadiseleri ve Sıkı Yönetim ilân edilmesi.. Mâhir çayanların, İsrailin İst. Başkonsolusu Efraim Elromu kaçırıp öldürmesi ve komünist örgütlerce, İst. Kartalda bir binada bir kız çocuğunun günlerce süren rehine alınması hadisesi.. Ve dişlilerin acımasızca nice binlerce genci erittiği yıllar.. ülkeyi sarsan büyük eylemler.. çayanların askerî cezaevinden kaçırılışları.. Sonra, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının yakalanıp idâma mahkûm oluşu ve o idâmları önlemek için, ünyedeki NATO tesisinde çalışan üç yabancı teknisyenin kaçırılıp öldürülmeleri ve Niksar-Kızılderede kıstırılan çayan ve arkadaşlarının korkunç imhası..
Kezâ, generallerin iktidar boğuşmaları ve Gen. Kur. Başk. F. Gürlerin C. Başkanı olmak istemesinin dehşetli çalkantıları ve amma, halkın deyimiyle gürleyip gitmesi!..
Cumhuriyetin 50. yılında, 1973de yapılan seçimlerde, MSPnin ilk kez, İslâmî muhalefet olarak siyaset sahnesine çıkması.. 1974-Kıbrıs çıkarmasının/müdahalesinin havasına rağmen, içerde durulmayan ve tersine, giderek daha bir kanlı iç çatışma ve anarşi yılları.. Ve sonra, Maraş, çorum vs.deki korkunç kanlı boğuşmalar, kurtarılmış bölgeler ilan edilip, halk mahkemeleri uygulamaları.. Nihayet, 12 Eylûl 1980de generallerin ülkeyi bir kez daha kurtarması; sonra, 28 Şubat, ve geldik bugüne.. İbret alınsaydı; hiç, tekerrür mü ederdi?
Ardından ağlanılacak olan birkaç kişi değil; bütün bir millet ve eriyip giden nesillerdir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.