Adaletten Ayrılıp Batıla Yönelenler
Savaşanların kazananı yoktur. Savaşlarda, kazanan taraf ta aslında kaybetmiştir. İnsanlığı, medeniyeti, merhameti, çevreyi ve daha sayamayacağımız onlarca değeri kaybetmiştir.
Tarihsel geçmişe baktığımız zaman bunun gerçekliğini apaçık görürüz. İşte ilk kan dökücü olarak görülen Kabil. Kendisini tanrı ilan eden Nemrud. İsrailoğullarının erkeklerini öldürüp kadınlarını köleleştiren Firavun, Hazinelerinin anahtarlarını taşimak için bir kervan dolusu deveye ihtiyaç duyan Karun. Kürt çocuklarının kanından beslenen Dehhak, İktidarı ve saltanatı uğruna peygamber ehlibeytine kıyan Yezid, büyük yıkımlara yol açan Cengizhan, Amerika ve Afrika yerlilerini kılıçtan geçiren emperyal Avrupa, Hitler, Mussolini, Stalin, Mübarek, Enver Sedat, Saddam, Kaddafi ve daha niceleri…
Hepsi, isimleri zikredildiği zaman insanların lanetle andığı tarihin karanlık ve kirli şahsiyetleri oldular. Kendi dönemlerinde şaşalı yaşantıları ve debdebeli hayatları ile çağdaşlarının hayıflandıkları ve yüreklerinde korku ve gizli sevgi besledikleri birer portre olarak ömür sürdüler. Kendi iktidarları döneminde Allah’ın mülkünde iktidar sahibi oldukları vehmine kapıldılar. Etraflarına sayıları milyonları bulan taraftarlar ve güçlü kuvvetli ordular topladılar. İktidarlarını güçlü ve daimi kılmak için özel stratejilerle halklarını kendilerine bağlı kıldılar. Kendilerinin insanüstü yeteneklere sahip olduklarını, güçlerinin ve tahtlarının ebediyen kendilerini koruyacakları anlayışını kitlelerine aşıladılar. Kendileri dışında hiçbir güç ve kuvvetin yeryüzünde olamayacağını, kendilerini yenilgiye uğratacak bir ordunun bulunmadığına inandılar. İnsanların oyalanacağı yapay semboller ve simgeler ile halklarını uyuttular. Bu simge ve sembollere saygı esas kabul edildi. Simge ve sembolleri dini kaynaklar kullanarak dokunulmaz ve vazgeçilmez totemler haline getirdiler. Bunların arkasına saklanarak iktidarlarını sağlama aldılar.
İşte yeryüzünde ilk kan akıtan şahsiyet. Nefsi ve iktidarı için kardeşini gözü kırpmadan katleden o zalim; “Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.” (Maide: 31).
İki mesajla uyarılan Kabil pişman olmuştu. Görünürde zafer elde eden bir komutan edasıyla kardeşini öldürüyor. Ama tabiatta diğer canlılara zarar vermekten başka bir işe yaramayan basit bir kargadan ders alacak seviyeye düşüyor. Karga bile kendi türüne öldükten sonra merhamet edip onu gömüyor, saygı gösteriyor.
İkinci darbe ise, pişmanlık ve hüzündür. İşte bu en korkunç yenilgidir. Yaptığın eylemi geri döndürememek, hayıflanmak, için içini yemek ve çaresizce dövünmek. Bu iki sahne çağlar boyunca tüm zalimlerin düçar olduğu sahnelerdir. İktidar sarhoşluğu içerisinde gerçeği kavrayamamak ve sahip olduğu iktidar uğruna her yolu meşru görüp hareket etmek…
Daha sonra iktidar nimetini kaybetme eşiğine gelince duyulan pişmanlık ve hüzün…
“Firavun yeryüzünde büyüklük taslamış ve halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir grubu ezmek istiyordu. Oğullarına kurbanlık muamelesi yapıyor, kadınlarını hayâsızlığa zorluyordu. Sürekli terör estiriyordu. Biz ise yeryüzünde ezilenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve Firavun’un yerine geçirmek istiyorduk. Onları işbaşına getirmek suretiyle Firavun, Haman ve ordularına korktuklarının başına geleceğini gösterelim istiyorduk” (Kasas; 4-5)
"Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. ... Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık; Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da... Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular." (Şuara Suresi, 53–60)
"Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve fesat çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler." (Yunus Suresi, 90–92)
Şaşalı gücü ve konforlu yaşantısı ile...
“Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlükuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.
Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).
Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.
Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.”(Kasas 76-82)
Diğer güç ve iktidar(!) sahiplerinin benzer ibretlik sonlarını herkes biliyor. Tarih her dönemdeki insanların geçmişlerini bilip ona göre ders aldıkları ve yeni hamleler yapacakları birer laboratuvar özelliğindedir. Bu membadan istifade edemeyenler aynı akıbete uğramaktan kurtulamayacaklardır.
Elindeki güç ve imkânı halkın refahı, kardeşliği ve mutluluğu için harcayanlar elbet kurtuluşa ve felaha ereceklerdir. İnsanların tümüne eşitlik ve adalet kıstasları ölçüsünde davranmak üzere yola çıkanlar yoldaki engellere aldırış etmeyeceklerdir. Halkın bir sınıfını üstün ve ayrıcalıklı görüp diğerlerini hor ve hakir görmeyeceklerdir. İktidar uğruna insan hayatını hiçe saymayacaklardır. Herhangi bir cana karşılık olmadığı sürece en temel prensip olarak insan yaşamını ele alacak, insana can verenin ancak o canı alabileceğine inanmaları gerekir. İnsanlar arası üstünlüğün ancak canı gönülden yaptığın ve herhangi kişisel bir menfaat gözetmeksizin yerine getirdiğin hizmette olduğunu bilip, halkları ailelere, sınıflara ve kabilelerine bölüp ayırım yapılmaması temel ölçüt olmalıdır. İnsanların tahtadan, taştan, çamurdan, ipekten ve helvadan yaptıkları sembollerin insan yaşamından daha değerli olmadığını anlayıp tebaaya anlatmak öncelik olmalıdır. Bu yolda kararlı olunup kınayıcının kınamasından da korkulmamalıdır. Geçmişten gelen birer yük ve engel olarak görülen ataların dinine göre hareketten uzak gerçek dini kıstaslara göre hareket önceliği olmalıdır. Diplomasi ve uluslararası ilkeler uğruna halkların huzuru ve mutluluğu gölgelenmemelidir. Kardeşlik hukuku tamamen göz ardı edilerek geçmişin hataları tekrarlanmamalıdır. Bu yolda atılan taşlar ve edilen hakaretler çözüm için birer mesaj olarak algılanıp ona göre yol haritası çizilmelidir. Yol bizim yolcu bizim…
Eninde sonunda zafer adaleti önceleyenlerin olacaktır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.