1. YAZARLAR

  2. Yusuf Mîrhan

  3. Adalet Arayışı
Yusuf Mîrhan

Yusuf Mîrhan

Yazarın Tüm Yazıları >

Adalet Arayışı

A+A-

     Vakit geceye kaymıştı.

     Bi şubat gecesinde, beyaz bir örtüye bürünmüş şehrin bomboş sokak ve caddelerinde avare ve serkeşçe yuvarlanıp dolanan dondurucu soğukluğun etkisini iliklerimizde hissettiğimiz bir anın içinde, kışın kasvetini hücre hücre, her zerrede müşahede ediyorduk. Dışarıda olabildiğince esip gürleyen, hınçla duvarlara, ağaçlara ve göle toslayan bir fırtına vardı. Çatılar uçup gidecek tavan gökyüzüne açılacak gibi ürkünç sesler geliyordu. Rüzgâr camları tırmalıyor tatsız ve ruhsuz bir şekilde öfkeyle çarparak ıslık çalıp o alayımsı sesini kulaklarımıza bırakıyor ve geçip gidiyordu. İçeriye müsaadesiz gelen o ürpertici uğultu, göğün derinliklerinden gelen o çığlık titreterek üşütüyordu insanı.

     Şehrin kalbi donmuştu. Yaşam emaresi olarak evlerin pencerelerinden sokaklara taşan ışık huzmesi göze çarpıyordu.

     Nice şubatlardan geçtipte varmıştık bu günlere. Nice soğuklar yaşadık, halen kapımızı çalacak soğuk haberlere hazır bir şekilde bekleyerek yaşayıp gidiyoruz. Soğuklar kapımızı hiç terk etmedi, eşiğimizden hiç çekilmedi. Kendimizi, bize ait olanı bırakıp, hiç bir vakit el kapılarına bırakmadık, sırtımızı ve kalbimizi sağlam ve sıcak koltuklara yaslamadık, ta ki terk etme korkusuna kapılmayalım. Güvenimiz ve itimadımız o sonsuz ışığa vardı ve halen öylece o ışık içimizde ışıldamaya, ruhumuzu ışıtmaya devam ediyor.

     O gece elimde, bilge adam Solon'un, Lidya kralı Krezüs'e en büyük savaşın bilgelik ve kültür ile yapılanın ve kazanılan tek savaşın, culturası kavi, sanatı canlı bir milletin olduğuna, bunun mağlubunun cehalet, kazananı ise gelecek kuşaklar olduğunu ifadeye çalıştığı bir kitap vardı.

     Bilgi, kültür, bilinç, aşk ve hünerle nurefşan yarınlara ulaşabiliriz.

     Yeni kuşaklar geleceklerini ancak böyle dokuyarak aydınlığa erişebilirler. İnşa bu şekilde olur. Bilgece düşler görüldüğünde; yürekler bilgece yoğrulduğunda, kültürle ve aşkla demlendiğinde; toplumlar sağlam ve sağlıklı yarınların içinde şad olur. Hayat huzurla kımıldar. Arz yaşanılır hal alır. Selamlar ve esenlikler çoğalır. Kalplere güven gelir, ruh yenilenir. Sevgi ile sulanan fidanlar yeşerir, boy atar, gölgesinde serin bir gelecek umutla kurulur. Evlerin açık pencerelerinden gönüllere kışın ortasında taze bahar meltemleri dolar.

     Öyle bir savaşın, cehdin varlığına, kültürel ihyanın var olduğu ve bunun için çabalayan nesillerin geleceğini düşlerken, gecenin soğuk karanlıklarında bilgeliğin aydınlık baharına konuk olmuşken; 686 sayılı KHK’nın yayınlandığı haberi sesli bir şekilde telefonuma düşerek, düşlerimden sıyrılttı beni.

     İçimden, birilerinin daha hayatı kaydı bu listelerle diye öyle umutsuzlukla çıkan ses, gelip dilime vardı.

     Dudaklarım kımıltısız kaldı. Sözün kifayet etmediği andı.

     Zira yayınlanan KHK'ların birileri tarafından bilinçli bir şekilde sulandırılmaya çalışıldığı aşikârdı. Listelere masum olanlar, toplumda belirli bir ağırlığı olan şahsiyetler dâhil edilerek terörle mücadelenin manipüle edildiği artık bilinen bir gerçeklikti.

     Her an her şey olabiliyordu, olumlu ya da olumsuz. Hızlı yaşıyorduk. Gündemler hızla değişiyordu.

     Haberiniz olmadan kendinizi gündemin göbeğinde bulabilirdiniz.

     Sayfaları inceledim.

     Liste yine kabarıktı.

     Akademisyenler, öğretmenler ve daha başka meslekten insanlar..

     Bir ismi görünce orada durdum. İşin doğrusu da bir garip oldum.

     Bu isimde varsa gerisini düşünmek istemedim.

     Rızıkla terbiye etmek, adaba uygun değildi. Allah dahi insanların inancını ayırmaksızın rızkını kesmezken buna soyunmak, ötesi için zor bir işe soyunmak olsa gerek.

     Gayrete dokunmak cüretkâr bir girişim.

     Açlıkla sınamak, çocuklarının nafakası ile insanların düşüncelerine gem vurarak susturmak, konuşmalarını istememek hesap günü, vadedilen din günü için çetin bir kalkışmadır.

     Bir ilin hükümete yakınlığı ile bilinen STK’larında aralarında bulunduğu 50’yi aşkın STK bu mezkûr isme kefil olup, masumluğunu en gür şekilde ifade edebiliyorsa, ihracın yanlışlığına celb-i dikkat kesiyorsa, bu göz ardı edilmeyecek kadar vahim bir karara ve kararlara imza atıldığının en yalın ispatıdır.

     Orada hak ve hukukunu arayamayanların, sesini duyuracak kimsesi olmayanların halini düşünmeye mecbur hale getiriyor.

     Evet.. Roboski mezarlığında okuduğu dua ve “mücadelem Allah ve aziz islam dini içindir” diyerek 1925'te o pak ruhu ile hakka yürüyen aksakallı yorgun pire şehit demesi ve sosyal medyadaki birkaç paylaşımı gibi mevzular gerekçe gösterilerek son KHK ile Nihat Gür hoca ihraç edilenlerden oldu. Özellikle yakından bilip tanıdığımız İslami dünya görüşüne sahip olan, içinde bulunduğu toplumunun hassasiyetlerinin, yıllardır yitirilen değerlerinin peşinde ve farkında olarak şiddete, savaşa, kargaşaya yönelmeden hak aramayı kendisine yol ve yöntem olarak kabul etmiş, daha makul bir çözüm arayışı için rol üstlenen, o puslu zamanlarda bunun cemeresini de çekmiş bölge içinde bilinip tanınan biridir kendisi.

     En muhalifi dahi bunu böyle bilir.

     Bu ihraç meselesinde ciddi bir kumpas olduğu aşikâr..

     Birileri Nihat Gür hocanın çalışmalarından rahatsız olmuş ve artık susması gerektiğine kanaat getirmiş ve gereği de yapılmıştı.

     Sadece sayın Gür için değil mahkeme-i kübraya taşınacak, haksız ve mesnetsiz suçlamalarla, haksız yere görevinden, işinden atılan, ekmeğine, çoluk çocuğunun boğazındaki rızkına el konulan, ömrünün en güzel yıllarını öğretmen olma, mühendis olma, mimar olma, doktor olma vb. meslek gruplarından biri için uğraşlara, çalışma ve çabalara adayıp işine gücüne kavuştuktan ve tüm hayatı bu minval üzere seyreden, görevine tam bir şevk ve iştiyak ile devam ederken bir gece ayazında yayımlanan KHK’larla artık umudu baltalanan, hayatı kabusa çevrilen, bir sabah vaktinin garabetine terk edilen, güne işsiz güçsüz başlayan her masum için yapılan yanlıştan dönülmesini, bu ağır vebalin altından en kısa sürede çıkılmasını, hakkın, hukukun ve adaletin tecelli etmesini umut etmekteyiz.

     Bu yapılmadığı ve bunun takipçisi olunmadığı zaman, geçtiğimiz imtihan sürecinin kazananı olmayacağımızı bilmem ifade etmeme gerek var mı?

     Birçoğu, anne babasının boğazından kısarak, kıt kanaat geçinmeyi göze alarak çoluk çocuğu okusun, bir yerlere varsın, hayata umutla karışsın, geleceği aydın olsun, umut ışığı sönmesin diye okutturduğu ve illegaliteye karışmadığı halde puslu havanın kurbanı olarak işinden oldu.

     Loş evlerde tutuşturulan umut çırası söndü.

     Kurtlar ve çakallar puslu havayı sever, bu kadim bir söylencedir. Avını pusuya yatırmak için gerekli koşullar oluşturuluyor. Böyle bir zeminin oluşmasına fırsat vermek, nice insanın bu sarmala kurban edilmesi anlamına gelecektir.

     Elbette rızkı veren Allah'tır. Elmanın içindeki kurtçuğun dahi rızkını unutmaz. Bundan şüphemiz yok.

     Biz Allah'ın verdiği rızka kasteden ve zulümle bunu kuldan alan, tasallutu ile onların sırtından geçinmeyi adet haline getirmiş, her türlü insani hakkı çiğnemiş sistem ve örgütlerin varlığının karşısında, mağdur edilenlerin yanında durmayı ilahi emir telakki ediyoruz.

     Bu salt bir rızık mücadelesi değildir. Hakkı yenenlerin emeklerini, terini, helal ile karılmış bereketli zamanlarının yitirilmemesi ve hakkını, hukukunu savunma mücadelesidir.

     Emeğine sahip çıkma çabasıdır.

     Kıyılarından geçmediği yerlerle intisap ettirilmesi hukuksuzluğuna bir itiraz meselesidir.

     İftira ve töhmet altında kalınma adaletsizliğini kabul etmemedir.

     Bu hukuksuzlukları görenlerin ve susanların vebali, yapanlarınkinden az değildir.

     Yarın rûz-i mahşerde, adalet terazisi kurulduğunda o şaşmayacak mizan gününde onurunu ve haysiyetini suskunluğuna kurban etmiş, uyarma görevini ifa etmeyen, hakkın yanında durma basiret ve cesaretini göstermeyenlerin değil; hakkın ve adil şahitliğin gereğini yerine getiren, sesini ve sedasını, oluşturulan bu güvensiz ortamlarda yükselten bir konum içinde olmayı henüz hayat devam ederken başarmak zorundayız.

     Adaleti ukbaya terk etmek dünya cihetince adaletsizliğe kapı aralar, adaleti törpüler. Umutları gevşetir. Gelecek kaygısı oluşturur.

     Şuan alımların mülakatla yapılması gibi, yaşamı daraltır. Adaletsizlikler revaçta olur. Adamı olan, hısmı olan kapıdan içeri girer. Kimsesizler dışlanır. Hakkı yenilir. Koruyanı olmaz. Başarısı göze gelmez. Tüm çabası o barikatın önüne gelip toslar. Hayattaki rolünü oynayamaz. Çünkü birileri onun geleceği ile oynamıştır. Çalışıp çabalayacaksın sonra birileri seni sözlü mülakatla eleyecek.

     Adil ve özgür bir düzenin içinde herkesin hayata, emeği ve çabası ile katıldığı, kayırmacılığın ve yağcılığın vatandaşın gücünü, emek ve ekmeğini çalıp sömürmediği bir geleceğin inşa edilmesi; İliklerine kadar rüşvete, harama, emek sömürüsüne bulaşmış, evine çoluk çocuğunun önüne başka ailelerin aşını koymuş ve bunu keyifle hazmederek yiyebilen, rahatsızlığını ve sızısını duymayan davasını işine kurban eden bir hale gelmekten hicap duyarak biraz ürpermenin vakti olsa gerek. Aşımıza kimsenin günahı ve vebalı bulaşmamalıdır.

     Çoğu islamcıyı ve çoğu solcuyu aynı koltukta buluşturan şey devleti ‘aliyye’nin bekası olmasa gerek. Menfaat ve hırs adama davasını sattırır.

     Adaleti herkes için talep edip, adil bir hayatın takipçisi olmak, öteye inanmış her Müslüman için farziyettir.
     Beşeri adalet şaşsa da ilahi adalet er ya da geç tecelli edecektir.

     Geçici menfaatler için adaleti zedeleyenler, açtıkları bu derin çatlağın, güvensiz ortamın kurbanı olurlar. İlânihaye, süreğeni olan hiçbir makam ve mevki yoktur.

     "...içindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflah olmaz." (İbn-i Mâce, sadakat 17)

     Bunu deruhte edecek bir topluluğun varlığını tahayyül ederek, o ateşten çemberin, cam kırıklarının arasından sıyrılarak var olmak, yaşamak için güzel bir bahane olsa gerek.

     Sorunlara eğilmek ve köklü çözümlerle toplumu ihata etmek, anlayışı önceleyen, fikri düzeyde gelişen farklılıklarda daha özgür bir gelecek görmek, her konuşanı, kafa yoranı düşman görmemek, en insani temel haklar konusunda bunu yapmaya ve öyle tanımaya kendisini mecbur hisseden ülkeler, ömrünü ve saygınlığını artıracağı gibi içindeki halkların zihinlerinde ve kalplerinde de aidiyet duygusunu oluşturur.

     Zor kullanan, dayatmacı ve baskıcı, totaliter bir yöntemi yol olarak gören ve dayatan her ülke, çözülmeyi, dağıt/l/mayı ve önü alınmaz kopuşları, ayrışmayı kapısına eşiğine getirip bırakır.

     Nerede olursa olsun, kime yapılırsa yapılsın, biz daima umutları tüketilen, insani olan hakları gasp edilen herkese, her topluma karşı hakkını, hukukunu müdafaa etmek ve bunu legal ve şeffaf bir zeminde, şiddet sarmalına çekmeden yapmak görev ve sorumluluğundayız.

     Adalet; ruhumuzu diri tutmalı, bilgimizin kıvamı olup neslimizi ve vicdanımızı yeşertebilmeli, onuru ve inancı için tavizsiz bir kimliği ete kemiğe bürümelidir, tıpkı Aliya’nın tavrı gibi:

     “Bir asker öne doğru çıkıp bana şöyle bir soru sordu:

     ‘Başkanım, barış gelince hiç adaletsizlik olacak mı?’

     Soruya şaşırmıştım, ama yine de şöyle cevap verdim:

     ‘Evet, maalesef adaletsizlik olacak, sizin de ona karşı tıpkı şimdi düşmana karşı savaştığınız gibi savaşmanız gerecek.’ (Tarihe Tanıklığım, Aliya İzzetbegoviç)

     Kur'an'a, ıslamın sarih bir şekilde vaz ettiği adaleti, hukuku, adil şahitliği, kendi ailesi rağmına haktan yana bir tutum içinde olmayı salık veren bunca kaide ve ayete rağmen çözüm için adım atmamak, çözümden, güzel günlerden, hür yarınlardan yana tavır almamak ve bunun varlığının artık rahatsız etmediği her insan için bu hal ve telakki boğucu bir buhran, içine gömüldüğü garabet, tercih ettiği, karanlığından çıkamadığı ve debelenip durduğu koca bir cehalet kuyusudur.

     En çokta bulunduğumuz, bizimdir diyerek sahiplendiğimiz muhitlerimizden çıkan ve hakkı çiğneten politik yozlaşmaların karşısında durarak, erdemlerimizin çiğnenmesi önlenmelidir. Hakkın sesinin yükseltildiği hikmetin, hürmetin, sevginin, şefkatin, merhametin beşiği, medeniyetlerin kök saldığı bu toprakların nefes alınması sağlanmalıdır.

     Öğretilerimize, vicdanımızın sesine kulak kesilerek tavrımızı belirgin hale getirmeliyiz.

     Barışı ve adaleti, hürriyeti ve ahlakı öğreten tevhid inancı ile imtihanın ortak alanı kabul ettiğimiz, gökkuşağının yedi rengi ile süslenmiş şu masmavi gökkubenin altında, nefreti ekmeğimize sürmeden ve ruhumuza katık etmeden, hoyratlaşmadan yaşayarak; sevgiden, anlayıştan, nezaketten, değer eksenli bir yaşamdan, hak hukuka riayet etmekten gayrısını düşünmek değer dünyamıza züldür. Bizi, sesimizi, duruşumuzu, rengimizi, kimliğimizi, töhmet altında bırakacak her ne varsa onunla aramızı açık tutmak ve eteklerimizi bu tür vebali ağır kirlerden temizlemek anın vacibi ve bir gereğidir.

     Her çaba bir yerde noktalanıyor. Ölümün acı soluğu her canı labirentlerine çeker. Derin uğultusuna davet eder. Tüm koşuşturmalar, istekler bir gün son bulacaktır. Heva ve heves ile tüketilen ömürde biter; büyük hayal ve ideallerin, adil bir geleceğin peşinde sürüklenen ömürlerde. Hayatın ikinci boyutunda bu koşuşturmalar bizim nihai kaderimiz olacaktır.

     Kader günü, yapıp ettiklerimizin neticesidir.

     Bu gerçek bize daima eşlik ederse, sonsuzluk ışığında menzile götüren yol daha bir aşikâr hal alır.

     Ve böylece kendi mutluluğumuzu ve geleceğimizi başkalarının gözyaşlarında ve huzursuzluğunda aramayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum