1. YAZARLAR

  2. Hilâl Kaplan

  3. Açlık grevi ve siyaset
Hilâl Kaplan

Hilâl Kaplan

Yenişafak
Yazarın Tüm Yazıları >

Açlık grevi ve siyaset

A+A-

 

Türkiye genelinde, 58 cezaevinde, sayıları 700'ü bulan mahkûm, açlık grevi eylemini sürdürüyor.

Tam 45 gündür sürdürülen grevde yer alan mahkûmlardan en az 50 kişinin tehlike sınırına dayandığı söyleniyor. Yani grevi bıraksalar bile, kalıcı hasara uğramayacaklarının garantisi yok.

Üstelik içlerinde BDP desteğiyle seçilmiş milletvekilleri de var. Onlardan birisi olan ve Haziran 2011 seçimlerinde Şırnak'tan seçilen Selma Irmak'ın durumunun da kötüye gitmesinden endişe ediliyor.

Mahkûmların greve başlarken öne sürdükleri talepler şöyle:

1. Bir yılı aşkın süredir avukatlaıyla görüştürülmeyen Abdullah Öcalan'ın, tekrar avukat görüşmelerinin sağlanması,

2. Anadilde eğitim hakkının tanınması

3. Anadilde savunma imkânı sağlanması

Geçtiğimiz günlerde BDP'den bir heyetle istişare eden Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Sincan Cezaevi'ne giderek açlık grevine katılan mahkûmlarla görüştü ve ardından şunları söyledi:

'Cezaevlerinde bulunan her kişi devlete emanet edilmiştir. Onlar için her türlü ihtimam gösterilmektedir. Sağlık çalışanlarımız bu mahkumlarımızla her gün görüşmektedir. Onların kontrolü her gün yapılmaktadır. Cezaevinde bir tek kişinin burnunun kanaması üzüntü vericidir. Onlar için bütün imkânlarımızı sunmaya çalışıyoruz (...) Kendi bedenleriniz için, kendi sağlığınız için, sizi seven aileleriniz, sizin sevdikleriniz için bayram arifesinde, bu eylemlerden vazgeçin. Bunlara ihtiyaç kalmayacak bir Türkiye için yoğun çalışmaların olduğunu ifade ediyoruz.'

Hatırlarsanız, 19 Aralık 2000 tarihinde, açlık grevindeki mahkûmları bahane ederek 20 cezaevine eş zamanlı operasyon yapılmıştı. Neticede 30 mahkûm öldürülmüş, onlarcası yaralanmıştı. Bilirkişi raporlarıyla içerden hiçbir kurşunun gelmediği kanıtlanmasına rağmen, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 'Direnmeselerdi, öldürülmezlerdi' mealinde bir 'savunma' yapabilmişti. Adalet Bakanı Ergin'in sözleri, 'Hayata Dönüş' operasyonunun yapıldığı Tükiye ile şimdiki Türkiye arasında gelinen noktayı göstemesi açısından da oldukça önemli ve umut vericiydi. O dönemki mahkûmlar, açlık greviyle F-tipi düzenine ek olarak, işkence ve kötü muamelenin adetten olduğu cezaevi koşullarını protesto ediyorlardı; bugünse buna gerek kalmadığından bazı siyasî taleplere dikkat çekmek amacıyla açlık grevi yapılıyor. Aradaki bu bariz farkı da es geçmemek gerektiği kanaatindeyim.

Mahkûmlara 'Ses duyulmuştur. Bir tek kişinin burnunun kanaması bizim razı olacağımız bir sonuç değildir' diyerek seslenen Ergin, devlet-vatandaş ilişkisinde 'insan'dan yana bir tavır ortaya koyduklarını da göstermiş oldu. Açlık grevindeki mahkûmların devletin elindeki birer esir değil, hakları olan insanlar ve siyasal aktörler olduklarının farkında olarak kelimelerini seçti.

Kaldı ki, açlık grevindeki mahkûmların taleplerinin -onların yaşamlarını sona erdirmeye yetecek kadar uzun olsa da -kısa vadede geçekleştirilebilmesi zor görünüyor. Ancak Öcalan'a yönelik görüşme kısıtlamasının önümüzdeki süreçte aşılacağının işaretleri geliyor. Kardeşi Mehmet Öcalan'ın ziyaretine izin verilmesi bunu ima ediyor.

Ayrıca Başbakan'ın, Öcalan'la görüşmek için MİT'i görevlendirebileceğini söylediği bir vasatta, açlık grevi eylemcilerinin bu ihtimale yarardan çok zarar verebileceği görülmüyor mu?

Ya da açlık grevi başladıktan birkaç hafta sonra gerçekleşen AK Parti kongesinde 'anadilde savunma hakkı'nın tanınacağının ilan edilmesi ve bundan tam bir hafta sonra da, Hatip Dicle'nin 7 Ekim'deki KCK ana davasında Kürtçe savunma yapmış olması da devletin verdiği bir mesaj olarak okunmuyor mu?

Seçmeli Kürtçe dersinin hayata geçirilmiş olması, anadilde eğitim hakkının bedenine kıymak dışında bir yolla savunulabileceği bir ülkede yaşadığımızı göstermeye kâfi değil mi?

Bedenini 'bilerek ve kasten' ölüme yatırmak anlamına gelen ve ucu 'ölüm orucu'na kadar giden açlık grevi eylemini, bir Müslüman olarak tasvip etmiyorum. Ancak bir dava uğruna bedeni de dahil olmak üzere her şeyiyle kendini ortaya koymayı anlayabiliyorum. Lâkin Türkiye'de siyasî talepleri duyurmak için ölmekten daha fazlasının yapılabileceği bir ortamda yaşadığımızı düşünüyorum. Dün Balçiçek Pamir'in programına çıkarak sözünü Türkiye'nin dört bir yanına duyuran Osman Baydemir bunun bir kanıtı; 36 vekil ve 99 belediyeyle siyasî gücünü göstermiş olan BDP ise diğer bir kanıtı...

Dileğim, bu açlık grevinden vazgeçildiğinin ilan edilmesi ve siyasî talepleri hayata geçirmek için kendi hayatından vazgeçme yolundan dönülmesidir.

Not: Okuyucularımızın mübarek Kurban Bayramını tebrik eder, kurbetimize vesile olmasını niyaz ederim. Allah, bizlere, Hz. İbrahim itaati, Hz. İsmail teslimiyeti ve Hz. Hacer sükûneti nasip eylesin. min...

Önceki ve Sonraki Yazılar